Ana içeriğe atla

M.Atwood, W.Woolf, J.Austen



Bu yazıda sizlere bi kaç güçlü kadından, feminizmden ve onların kitaplarından bahsetmek istiyorum. 

Şöyle bir cümle geçer Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda isimli kitabında;
Para kazanın. Kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın.”
 

“Kurgularda kadınlar, kralların ve fatihlerin hayatlarına hükmediyor, gerçekte ise ailesinin parmağına yüzük taktırmak istediği herhangi bir delikanlının kölesi oluyor.”

--

Feminizm latince, femina kelimesinden gelir, kadın demektir. Sanıldığının aksine erkek düşmanlığı yapmak değil, cinsiyet eşitsizliğine tepki göstermektir. 

Bense kendi kişisel yapım gereği çoğunlukla feministim. Bu bi tercih değil, bu eğilim.

Hayır feminizmi hiç bir zaman erkek düşmanlığı olarak algılamadım. Ancak bu ataerkil toplumda erkek düşmanlığı yapmak zorunda kaldım. Bulunduğumuz toplum ataerkil çünkü. Fazlasıyla eşit haklardan uzağız. Hayatımın her aşamasında hep bunu gördüm.

Hatta pozitif ayrımcılık beklerken, kaldım öyle. Çünkü sadece en angarya işlerde eşitti kadın ve erkek. Asla normal şartlarda değil.

Ve dahası eşit haklara sahip olduğumuzu söyleyip, anlatmanın asla mümkün olmadığı toplumda erkeklere düşman olmamak mümkün mü. Anlatamıyorsun ki anlamasını bekleyesin. Senin konuşma hakkın yok ki dinlenesin. Erkek egemen topluluk ve içinde kıvranan bizler, her bir kadın hikayesi, her bir kadın.

O yüzden gelmiş geçmiş tüm kadın istismarlarına, yenmiş tüm haklara, ellerinizden alınmış tüm geleceğe, ciğerlerinizden sökülmüş tüm ağıtlara ithafen Margaret Atwood'un feminist distopyası okunmalı. 


"Biz iki bacaklı rahimleriz hepsi bu." cümlesi geçen bu distopyanın adı biz de kuma, onda metres, bunda yumurtalık satan genç kız, şurada kiralık anne, burda soy devam ettiren kadın, oralarda evde kalmış. Fakat her şeyi yapan bizler. Adlar konan bizler, doğurup, doğurduğuna soyadı bile verilemeyenler yine bizler.

Hiç olan yine bizler, hayır işin kötüsü bu sosyapat adamları yetiştirenler de yine bizler. 

-şu tarafa epey tükürdüm. 

Bunu böyle olduran, buna boyun eğen, bunu sindiren tarafa.

Bu distopya, distopya falan değil. Bu hikaye bariz gerçek. Otuz küsür yıl önce M. Atwood gerçeği yazmış. Kadınları doğurma aygıtı olarak gören sosyopat dolu etraf. Hayır soy devam ettiren olarak görüp, kadınsız asla bunu başaramayacak olan erkeklerin, yine kadınlara bu denli eziyet etmesi de ayrıca akıllara zarar.

Köleleştirmeyi, cinsel boyutta meşrulaştırmaktır bu.

Böyle kitaplar beni, seni, onu bilinçlendiriyor da bu sosyopat erkekleri yetiştiren kadınları?

Resmen yıllardır aynı paradoksun içindeyim. Bi milim ilerleyemedim.

Tavsiye, okuyun. Herkese okutun. Hatta herkesin kapısına M. Atwood koyun.

Aynı isimli dizisi de mevcut;



----


Aşk, Gurur Ve Önyargı

Jane Austen'la devam edelim.

Kanatların olunca mı uçacaksın? Ya kanatların hiç olmazsa. Bu riski nasıl göze alabilirsin. Bu bir risk mi?

Özgür olmak düşüncesi asırlardır var, özgür olma fikri asırlarca evrildi.

Ne yapılabilinirdi, kanat takıp uçmak dışında, toplumun üzerinize fırlattığı baskılardan kaçmak için; herkese meydan okumak.?

'Bunu bir kadın nasıl yapabilir?' günümüzün yagane sorusu-sorunsalı.

Bir kadın hayatını idame ettirebilmek için, zengin bir eş bulurdu orta çağlarda. Yeni çağlarda? Maalasef Yakın çağlarda da?

Hatta daha da vahimi, kadın seçmezdi, seçilirdi. At gibi yarıştırılırdı kadınlar hünerleri üzerinden. Alt sınıf - Üst sınıf çatışması içinde, rütbe rütbe paylaşılan, mutluluğu asla gözetilmeyen, kendilerinin de zaten mutlu olma kiriterleri olmayan kadınlar.

Sanki günümüzde farksız gerçi. Zenginlik evlenmek için evet oldukça mantıklı ve makul bir seçenek. Peki sırf zengin diye, saygısız, edep yoksunu, ata-erkil, kaba, kendini beğenmiş, bencil bir insanın tercih edilebiliyor olması ne kadar mantıklı? Hiç.

Artık, ortaçağ zihniyeti, adıyla üzerimizde değil. Kadınların, var olması ve hayatını idame ettirebilmesi için zengin bir adamla evlenmesine gerek yok. Hatta evlenmesine bile gerek yok.

Evlilik o zamanlar bir ihtiyaç mıydı ?

Yirmi üç yaşını geçmiş kadına yapılan “evde kaldın” baskısı normal miydi?

Evde beş kızıyla bir anne ve baba ne yapardı?

İllaki herkes evlenecek miydi?

Kadınlar çalışınca kendi ayakları üzerinde durunca, aşık olmak çok da gerekli değil miydi peki?

Aşk her şeyin önüne geçer miydi?

Geçmeli miydi? Ya da olabilecek tüm olasılıklara karşı çok mu ön yargılıyız?

Hep sorduk, yine soruyoruz.

Jane Austen’nın romanı bana bunları yazdıran.

-Aşk,Gurur ve Önyargı.

Filmi de güzeldir. 


-----

Charlotte Bronte -Jane Eyre
Jane’ler bitmez. Bitmesin.

Charlette Bronté'nin Jane Eyre'i;

19. yüzyıl İngiliz edebiyatı örneği.

On Dokuz hani şu kabarık elbiseleri, abartılı mimarisi, gösterişli sanatları, tarihi gariplikleri, türlü çelişkileri olan dönem. Victoria dönemi.

Bu dönemin bu şekilde adlandırılmasının sebebi kraliçe Victoria'dan ötürü. Kendisi 1837-1901 yıllarının Britanya kraliçesi.

Döneme adının verilmesinin sebebiyse de kadının yapmış olduğu her şeyin moda olması.

Jane Eyre'de buram buram 1800'lü yıllar romanı.

Bir yanda gösterişli kabarık elbiseli, üst- orta üst segment insanlar diğer tarafta onlara hizmet edenler, başka tarafta düşük alt sınıf. Şaşalı garip hayatların içindeki samimiyetsiz gülüşler. İşin aksi, tüm bu şaşaya skolastik düşünce hakim; sınıfsal ayrımlar, erkek egemen bir Avrupa söz konusu.

Yani idealist kadınların yeter artık deyip fışkırma zamanları.

Jane de işte tam bu noktadan taşıyor.

Adı Özgürlük şarkısı.

Sorgulayan, düşünen, öğrenen, öğreten, hisseden, hissettiğini söyleyen; bilgili, özel ve güzel kadınların var olabildiğinin, her dönem ne yapılırsa yapılsın var olabileceğinin ilmek ilmek işlendiği bir Roman Jane Eyre.

İçerikteki kurgu aslında, kitabın esas amacının yanında sadece kurgu. Varacağı noktaya vardı çünkü kitap. 

Tüm o karmaşanın, süssüz huzuru bu kitap; diliyle yalınlığıyla, hatta uzayıp giden noktalı virgülleriyle bitmeyecek bir kitap, asla bitmeyecek bir edebiyat ürünü, asla solmayacak bi klasik; var olma öyküsü.

Kimsesiz bir kızın, kendine kimse oluşunun hikayesi.

Aynı isimli filmi de güzel.


Mevzu evet, güçlü kalabilmek..

1.) Damızlık Kızın Öyküsü - Margaret Atwood 

2.) Kendine Ait Bir Oda - VirginiaWoolf 

3.) Gurur ve Önyargı - Jane Austen 

4.) Jane Eyre - Charlotte Brontë



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Atölye Günlükleri

• -devrim nasıl yapılır memento mori- Zincirlerini kır deyince de bne. Kant, aklın kullanılmasının yanında geliştirilmesini de istiyor. İnsanın " olgunlaşmamışlığından " kurtulması gerekmiş. - ‘Sapere aude’ (Bilmeye cesaret et.) - Kabloyla birbirine bağlı iki ev arkadaşı vardı Put Şeyler'e filminde. Kabloyla birbirine bağlı iki şey. Kabloyla. .( buradan oligarkı alalım isterim.) Direniş biraz zor. "Devrim konusundaki bunca heyecan, tarihin kendini yaratmasına bunca düşkünlük ve bütün bu anıtsal tutumlar tarihi kanıksamış olmamızın bir sonucudur. Yüzyılları sanki bir kitabın sayfaları gibi görmeye alışmışız ve ne zaman bir eşek anırsa, geleceğin borazanlarını duyduğumuzu iddia ederiz. Yalnızca bireylerde değil halklarda da bir ikiye bölünme meydana geldi. Üstelik, her şeyi tarihin gözüyle gördüğümüz için, sonunda az çok başarı kazanacak olan düşüncelerle, soyut kavramlarla yargılıyoruz her şeyi, bir insanın ne olduğunu da artık bilmiyoruz. Başka bir deyişle, öğretile

Yol

Bir film sahnesi bazen düşündürüyor insanı. Olmak istediğimiz yerler var. Olması istenilenler sürüncemede. -yıllardır aynı bak. Pencerelerden dışarıları izliyorum hep. Yollar dağlar, ağaçlar var. Birileri yürüyor. Gün dönüyor. Yere bişey düşürüyor biri, arabasının farı yanmıyor diğerinin, geçen biri çöp kovasına çarptı, yitti sonra gün. Akşam oldu. Sokak lambaları yanıveriyor gün yitince. Kemikleri sızlıyor mezardakinin, ısınmıyor, aydınlamıyor hiçbir mezarlığın içi, soğuk bu aralar; karşı evin bacası tütüyor, güneş gelir birazdan, çok az ama işi başından aşkın.-yazgısına sarılmış uçuyor son kuş. .. Meşhur bir hikaye var onu bilirsiniz.-yol hikayesi.Yolculukta tanırmışsın insanı. İçe gidileni kastetmediler ondan şüphesiz, kanla, başla, ayakla yürülüneni diyorlar. Olsun yine de ne kadar tanıyabilirsin ki bir insanı, öyle hemen tanınılabiliniyor mu. -sen de herkes gibiymişsin- Başka olmak için uğraşılabilinirmiş gibi. Dönüp durup yaşıyoruz hepimiz. Dönüyor filmler, toparlanıp gidiyoruz,

his soykırımı

yapamıyorsan yapamıyorsundur. dimağın çünkü ısrarsız/ ve diğer her şey gibi sonunu bilemediğin bir kaos içinde büsbütün avuçlarında parıldayan hengamenin götürdükleri ile yüksünük, savruk, süreğen bir çağrışım yılgın ve üstelik son sürat giderken bu yılgıyla, sızlıyor burnun, içindekilerle dolu kafan ağır, güne dönen yüzün sararık, tırnakların mor ve pek çok şeyi yitirdiğin o günün akşamı aidiyetin siliyor her şeyi /block/daha fazla block/ biliyorsun korkak olmanın sırası değil, akıyorken hayret direnç gösterebilmen huzursuz bağdaşıklığa beyhude neden çünkü his soykırımı adı e biraz nüktedan. 🎧 Wherever i may roam

Vincent Van Gogh

Bundan bir-iki hafta kadar önce öyle dururken, yine okunacak ve yapılacak tonlarca şey varken, Loving Vincent'i izledim. Loving Vincent, Afiş Loving Vincent (Vincent’ı Sevmek), 2017 yapımı bir drama. Bu biyografik dramayı Van Gogh üzerine yapılmış diğer filmlerden farklı kılan, filmin 65.000 karesinin her birinin 100 ressam tarafından kanvas üzerine yeniden çizilerek yapılmış, yağlı boya çizimlerinden oluşturulması. Loving Vincent, 2017 Filmde V. Van Gogh'un ölümünden sonrası işlenmiş.  Gerçekten ihtihar mı etti yoksa bu bir cinayet miydi, gibi sorular çerçevesinde ilerliyor film. Adeta Van Gogh'un resimlerinin hareketlendirilmiş hali. Muazzam bir emek. film hakkında   En son buna benzer The House diye bir dizi/film izlemiştim. O da stop-motion tekniğiyle keçeden yapılmış canlıları hareket ettirilerek çekilmişti. Bu işi bu resim karelerinin her birini yeniden çizerek yaptıklarını göz önünde bulundurarak, Loving Vincent filmindeki emeği biraz olsun gözünüzde canladırab

sağlam kroşe

ölüp gitmekle ilgili sorunlar mevcut süreğen. akış rutin, üstelik hızlı. asırlardır kabul edilmiyor, bunun farkındayız, ölümsüzlüğün peşinden az koşulmadı. ne çare fakat ölünüyor. e ölünsün bunun nesi kötü. tezahürü güzel diye katlanılan bu simülasyondan daha iyidir hem belki, boyut değişimi, öyle ya da böyle, farklı bi delik, alan; her ne olacaksa, bunun nesi korkutucu diyebilir miyiz belki de fantastik, büyülü evet diyebiliriz belki alengirli. geride kalanlar düşünecek artık burasının bokunu püsürünü, gidenin zamanı bitti, gidene ne ki, hatırlamıyor/görmüyor burada o gittikten sonra olanları, üzülecek ne varmış, kim gelmiş cenazeme, kaç gün ağlamışlar, kaçıncı gün belki akıllarına geldim, sonra ne zaman unutuldum. gittim çünkü bitti benim hikâyem buraya kadardı, buydu en son görünen kısmım.son tezahür.gerisi beni ne ilgilendirir, ki ilgilendirir mi ayrıca, bedenim bana ait değil artık. Bedenim artık anakronik bir sorun. Çürümesi kokması hastalık yayması muhtemel enkaz. çüreğen. gidil