Ana içeriğe atla

Who am i?


Who am I?



"Önemli olan, bu dünyada kendimde yavaş yavaş keşfettigim özel yeteneklerin, beni hiçbir şekilde, bana özgü ama bana verilmemiş olan daha genel bir yetenek arayışından saptırmamasıdır. Kendimde bildiğim her türlü haz ve hevesin, hissettiğim her türlü yakınlık ye duygudaşlığın, etkilendiğim her türlü cazibenin ötesinde, başıma gelen ve yalnız benim başıma gelen tüm olayların, yaptığımı gördüğün bir sürü hareketin, yalnız benim hissettiğim heyecanların ötesinde, diğer insanlara kıyasla, farklılaşmamın neden ibaret, o olmazsą neye bağlı olduğunu öğrenmeye, anlamaya çabalıyorum. Öteki insanlar arasında benim bu dünyaya ne yapmaya geldiğimi, hangi tekil ve eşsiz mesajın taşıyıcısı olduğumu ancak bu farklılaşmanın bilincine vardığım ölçüde açığa vuracak değil miyim, onun kaderinden ancak kendi adıma sorumlu olabilmek için?.." (Nadja, syf:10)





Nadja, Andre Breton'ın görünürde süreksiz bir arayış peşinde koşuşu. Anlamlandıramama, arama fakat bulamama, bulmayı istememe, güzel olanın zaten o bulunamama hikayesi olması ...

"Who I am?" sorusuyla başlıyor kitap ve bu soruya yanıt arıyor Andre Breton. Kimim ben? 
Kitabı okurken kitabın türünün ne olduğuna karar verilemiyor, deneme mi? Roman mı? Anlatı mı? Ya da hepsi mi? Açıkçası bir önemi var mı? Andre Breton'ı tanıma yolunda karışıma çıkan kitap Nadja.
A.Breton'la ben ilk Poem Object'le tanıştım. Nadja'nın hikayesiyse, "Çaydanlık Kimliksiz Yörüngede Sabit Hızla"   isimli şiirimi yaparken ona misafir oldu. Ağaç dallarından kelimeler sarkıtıyorum o şiirde farklı dillerde. Umut kelimesini Rusça yazmak istedim. Sonra Nadja'da Nadja'nın Rusça надеяться (nadeyat'sya) kelimesinden geldiğini öğrendim. Aynı Andre Breton'a olduğu gibi benim içinde ilham kaynağı oldu Nadja.
Çünkü hangimiz Kimim Ben? sorusuna yanıt aramıyoruz.

Kim peki Andre Breton?

Fransız yazar ve şair. 1920'lerden 1930'lara yayılan gerçeküstücülük akımının kurucusu ve en önemli sanat kuramcısı, gerçeküstücülüğün ilk temsilcilerinden; hatta kimi çevrelerce "babası".
1896'da dünyaya gelir. Tıp öğrenimine devam ederken I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle askere alınır. Savaş yıllarında, Nantes'taki sinir hastalıkları koğuşunda çalışır ve o zamanlarda pek tanınmayan Sigmund Freud'un yöntemlerini klinik ortamda kullanır. Buradaki görevi süresince, "edebi açıdan en çok etkilendiği kişi" olarak bahsettiği nihilist Jacques Vaché ile tanışır.

Daha sonra 1919'da Louis Aragon ve Philippe Soupaull ile birlikte Littérature adlı dergiyi kurar. Bu dergide şiir ve yazıları yayımlanır. İlk kitabı Mont de Piete'dir (1919; Pieta Tepesi).
Gerçeküstücü "otomatik yazı" tekniğinin ilk örneği olan ve Soupault ile birlikte yazdıkları "Les champs magnetiques" (Manyetik Alanlar) adlı metin 1920'de Littérature'de yayımlanır. Tristan Tzara ve Dadaizm ile tanışsa da zamanla fikirsel bir yol ayrımına girer ve 1924'te akımın temellerini ortaya koyduğu Gerçeküstücülük Manifestosu'nu yazar.

Breton'a göre "otomatik yazı"nın amacı dış dünyanın uyarılarından ve her türlü denetimden kurtulan bilinçaltının kendini özgürce sergilemesidir.

Sonrasında Breton 1921'de Viyana'ya gider. Orada Sigmund Freud ile tanışır. Gerçeküstücülüğün temel ilkelerini açıkladığı Manifeste du Surrealisme'de / Sürrealist Manifestosu'da (1924; Gerçeküstücülük Bildirgesi) hareketi "sözle, yazıyla ya da başka bir biçimde düşüncenin gerçek işleyişini dile getirmeyi amaçlayan katıksız bir ruhsal otomatizm" olarak tanımlır.


Ona göre gerçeküstücülük(sürrealizim), "Kişinin, düşüncenin gerçek işleyişini sözel, yazılı ya da başka herhangi bir şekilde ifade etmeyi seçtiği katıksız ruhsal otomatizm. (felsefe, özdevim). Estetik veya ahlaki kaygı gütmeden, mantık tarafından uygulanan hiçbir kontrolün geçerli olmadığı, düşüncenin kendini ortaya koyduğu bir düzlem."(Sürrealist Manifestolar, syf18)


Batı sanatı ve düşüncesini belirleyen dualizme karşı çıkarak tekçi bir görüşü benimseyen Breton için, görünüşte birbirine aykırı konumdaki düş ile uyanıklık, bir çeşit salt gerçeklik olan gerçeküstü içinde kaynaşabilirdir.

"Rüya ve gerçeklik olmak üzere, ilk bakışta çok çelişkili gibi görünen bu iki halin gelecekte, tabiri caizse bir tür mutlak gerçeklik olan sürreallikte bütünleşeceğine inanıyorum. İşte ben bu sürreallik arayışının peşinden gidiyorum; bulamayacağımdan emin olmama rağmen, kendi ölümüme karşı ona sahip olmanın getireceği mutlulukları az da olsa hesaplamayacak kadar fazlasıyla aldırışsızım.
Saint-Pol-Roux’nun çok eski zamanlarda, Camaret’deki malikânesinin kapısına her gece yatmaya gitmeden önce üzerinde ŞAİR ÇALIŞIYOR yazılı duyuruyu astığına dair bir hikâye anlatılır.
Çok daha fazla şey söylenebilirdi, ancak geçerken yalnızca kendi başına çok uzun ve çok daha ayrıntılı tartışmayı gerektirecek bir konuya değinmek istedim; buna tekrar döneceğim. Bu bağlamda, niyetim sadece birtakım insanların içinde adeta kaynayan masalsı olana karşı beslenen nefreti, onu altına gömmeye çalıştıkları bu saçmalığı göstererek bir noktaya dikkat çekmekti. Ağzımızda gevelemeyelim: Masalsı olan her zaman güzeldir, masalsı olan herhangi bir şey güzeldir, aslında yalnızca masalsı olan güzeldir." (Sürrealist Manifestolar, Syf:7)


Breton önderliğindeki gerçeküstücü sanatçılar, Paris'te Gerçeküstücü Araştırma Bürosu'nu kurarak burada çeşitli deneylere girişirler. 1925'te çıkan Fransa-Fas Savaşı sırasında Fransız Komünist Partisi'nin (PCF) görüşlerini benimserler.

Lev Troçki, Diego Rivera, André Breton

Breton ile birlikte Aragon ve Eluard gibi şairler 1927'de PCE'ye girerler. Breton, 1928'de yayımlanan gerçeküstücü romanı Nadja'da yaşamından yola çıkarak, günlük olaylarla psikolojik sapmaları düşsel bir planda kaynaştırmaya çalışmıştır. Eluard ile birlikte yazdığı L'Immaculee Conception'da (1930; Günahsız Doğum) zihnin değişen düzensizliklerinin sözel anlatımını denerler.

1930'da yayımladığı Second Manifeste du surrealisme'de (İkinci Gerçeküstücülük Bildirgesi) gerçeküstücülüğü felsefi açıdan ele alarak hareketin düşünce alanını genişletir. Bu bildirgede gerçeküstücü ilkelerden uzaklaştıkları gerekçesiyle Antonin Artaud, Robert Desnos. Philippe Soupault gibi yazarları hareketten çıkardığını açıklar. Onlar da birlikte yayımladıkları Un Cadavre 1930; Bir Ceset adlı broşürde Breton'u şiddetle eleştirirler.

1930'da Le Surrealisme au service de la Revolution (Gerçeküstücülük Devrimin Hizmetinde) adlı dergiyi yayımlayan Breton, gerçeküstücülüğün devrimci, ama bağımsız bir hareket olduğunu savunur ve PCF'nin görüşlerini benimseyen Aragon ile anlaşmazlığa düşer. Marksist görüşlere olan yakınlığını sürdürmekle birlikte, 1935'te PCF ile bağlarını tümüyle koparır. Bir yıl sonra Londra'da gerçeküstücü bir sergi açar; Kanarya Adaları ve İsviçre'de konferanslar verir.

1932'de Les Vases communicants'da (Bileşik Kaplar) ele aldığı düş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi, 1937'de yayımlanan L'Amour fou'da (Çılgın Aşk) yeniden yorumlar. 1938'de Paris'te düzenlenen ve 14 ülkeden 70 sanatçının katıldığı Uluslararası Gerçeküstücülük Sergisi, akımın doruğu olur.

Breton aynı yıl gittiği Meksika'da Troçki'yle birlikte Bağımsız Devrimci Sanat Federasyonu'nu kurar. Fransa'ya dönünce yayımladığı Antologie de l'humour noir (1940; Kara Mizah Antolojisi) hükümetçe yasaklanır. Fransa'nın Almanlar tarafından işgal edilmesi üzerine Breton 1941'de New York'a gider. Orada Max Emst, Marcel Duchamp ve David Hare gibi sanatçılarla birlikte VVV adlı gerçeküstücü dergiyi çıkarır. 1942'de Yale Üniversitesi'nde "Situation du surrealisme entre les deux guerres" (İki Savaş Arasındaki Dönemde Gerçeküstücülüğün Durumu) adlı bir konferans vererek gerçeküstücülüğün ulaştığı yeni konumu anlatır. New York'ta Prolegotnenes â un troisieme manifeste (1942; Üçüncü Bildirgeye Giriş) adlı yeni gerçeküstücü bildiriyi yayımlar. 1946'da Paris'e döner ve Uluslararası Gerçeküstücülük Sergisi'ni düzenler. (1947). Ertesi yıl bütün şiirleri Poemes (Şiirler) adıyla yayımlanır.

II. Dünya Savaşı sonrasında gerçeküstücülük, varoluşçuluğun etkisiyle yaygınlığını önemli ölçüde yitirir. Breton'un yanında eski arkadaşlarından yalnızca Benjamin Peret kalmıştır. Gene de Breton, yaşamının sonuna değin gerçeküstücü ilkeleri savunmayı sürdürür.

Bazı eserleri:

Poem Object

Andre Breton - Poem Object, 1935

"Breton'ın sürrealist sanata kişisel katkısı, 'Poème-Objet' yapılarında şiir ve nesneyi birleştirmesiydi. Kendisi kolajlar ve montaj gibi asgari sanatsal beceri gerektiren herhangi bir tekniği keşfetmeye hevesliydi. 1924'te rüyalarda görülen nesnelerin yaratılması çağrısında bulundu. 1930'larda kendi montajını yaptı ve onlara 'Poème-Objets' adını verdi. Bu çalışmadaki alçı yumurtanın üzerindeki metin 'görüyorum / hayal ediyorum' olarak tercüme ediliyor ve altındaki şiir kasıtlı olarak şifreli."


The Cadavre Exquis

Andre Breton- The Cadavre Exquis

"The Cadavre Exquis (Exquisite Corpse) 1920'lerin ortalarından itibaren favori bir sürrealist oyunuydu. Genellikle diğerlerinin ne yaptığını görmeden bir çizime, kolaja veya cümleye ekleyen üç veya dört katılımcıyı içeriyordu. Bu çalışma, Breton, ikinci eşi Jacqueline Lamba ve Yves Tanguy'un Şubat 1938'de birlikte bir hafta sonu tatilindeyken yaptıkları birkaç çalışmadan biridir. Ancak, bu eser, önceki katkıyı gizlemek için kağıdı katlamak yerine ortaklaşa yapılmış olabilir."


Le Déclin de la société burjuvazi

Andre Breton - Le Déclin de la société burjuvazi, 1930-1940

Sürrealist hareketin en iyi yazarı ve lideri olarak tanınan André Breton, kendi kabulüne göre yetenekli bir sanatçı değildi. Kolajlar ve şiirler de dahil olmak üzere kutulu yapılar gibi minimum beceri gerektiren tekniklerle deneyler yaptı. Bu kolajda basılı malzemeleri esprili ve anarşik bir şekilde birleştirdi. Sürrealistler, burjuva değerlerini ve sistemlerini yıkmaya kararlıydılar, bu nedenle resmin üzerine yapıştırılan söz, bu nadir kolajı bir Breton kehanetine dönüştürüyor.

OLMAK

Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. Kanadı yok 
           umutsuzluğun, akşam vakti deniz kıyısında bir taraçada, 
           toplanmış bir sofrada kalayım demiyor. Umutsuzluk bu, o bir 
           sürü olayların dönüşü değil bu, tıpkı akşam karanlığında bir 
           karıktan öbürüne giden tohumlar gibi. Bir taşın üstündeki 
           yosun ya da su bardağı değil o. Kardan elenmiş bir gemi o, ya 
           da düşen kuşlara benzetebilirsiniz, ama kanlarının en küçük 
           bir kalınlığı yok. Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. 
           Başa takılan süslerle çevrilmiş küçük bir şey o. Umutsuzluk o. 
           Kopçası bulunamayan inci gerdanlık, bir ipe gelmez, böyle bir 
           şey işte umutsuzluk. Gerisinden, ondan hiç söz etmeyelim. 
           Başlamışsak bitiremeyiz umutsuzluğu. Saat dört sularında 
           avizeden umutsuzlanırım ben, gece yarısına doğru da 
           yelpazeden umudumu keserim, tutukluların cigaralarından 
           umutsuzlanırım. Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu.
           Yüreği yoktur umutsuzluğun, el umutsuzlukta hep soluk 
           soluğa kalır, umutsuzlukta kalır öyle aynalar, bize asla ölüp 
           ölmediklerini söyleyemezler. Beni büyüleyen umutsuzluğu 
           gördüm ben. Yıldızların türkü söyledikleri vakit gökyüzünde 
           uçan bu mavi sineği seviyorum. Şaşılacak, o uzun dolu 
           tanelerine benzeyen umutsuzluğu, o kendini beğenmiş o öfke 
           küpü umutsuzluğu büyük çizgileriyle tanıyorum. Her gün 
           herkesler gibi kalkıyorum, kollarımı çiçekli bir kâğıda 
           uzatıyorum, hiçbir şeycikler hatırlamıyorum, ama hep 
           umutsuzluğun yardımıyla o geceden koparılmış güzelim 
           ağaçları görüyorum. Odanın havası davul tokmakları gibi 
           güzel. Zaman içinde zaman bu. Büyük çizgileriyle tanıyorum 
           umutsuzluğu. Bana bir sırık uzatan perdenin rüzgârı gibi o. 
           Böylesi bir umutsuzluk akla gelir mi! Yangın var! Ah yine 
           geliyorlar... İmdat! İşte merdivenlere düştüler... Ve o gazete 
           ilanları, o kanal boyunca ışıklı reklamlar. Kum yığını, git, pis 
           kum yığını! Büyük çizgileriyle önemli değil umutsuzluk. Bir 
           orman yapmaya giden angarya ağaçlar, bir gün daha yapmaya 
           giden bir yıldız angaryası, ömrümü uzatan bir angarya günleri 

           daha

André BRETON
Çeviri: 
İlhan BERK



SU HAVASI

1934'ün güzel yarıgününde
Hava görklü bir güldü barbunya rengi
Ve yaprakları sigara kâğıdından bir ağaçla başlardı orman
Ben içine dalmaya hazırlanınca
Çünkü seni bekliyordum
Ve benimle gelirsen
Nereye olursa olsun
Gümüşün üzerine kazılı nakıştır ağzın
Yaygın ve kırık mavi tekerleğin durmadan yükselerek
Beni karşılamak üzere yarışıyordu tüm büyüler
Bir sincap yüreğime ak karnını yaslamaya koşmuştu
Nasıl duruyordu orada bilmiyorum
Ama toprak suyunkilerden daha da derin yansılarla doluydu
Sanki kabuğunu parçalamıştı maden sonunda
Ve sen o korkunç değerli taşlar denizine uzanmış
Dönüyordun
Çırılçıplak
Bir büyük donanma fişeği güneşinin içinde
İndirdiğini görüyordum ışınlılardan yavaş yavaş
Deniz kestanesinin kabuklarını bile oradaydım
Bağışla orada değildim ben artık
Başımı kaldırmıştım ak kadifeden canlı mücevher kutusu bı-
  rakıp gitmişti çünkü beni
Ve hüzünlüydüm
Yaprakların arasından gök parıldıyordu bir yusufçuk böceği
  gibi katı ve dalgın
Kapamak üzereydim gözlerimi
Birden birbirinden uzaklaşmış olan korunun iki eteği devrilip
  yıkıldığında
Gürültüsüz
Uçsuz bucaksız bir inci çiçeğinin iki orta yaprağı gibi
Bütün geceyi içinde saklamaya yeterli bir çiçek gibi
Şimdi beni gördüğün yerdeydim
Havada bir çan gibi duran kokuda
Değişen hayata dönmeden önce her gün yaptıklarınca
Zaman buldum dudaklarımı koymak için
Senin çam kalçalarına

André BRETON

Çeviri: Attilâ TOKATLI



ÖZGÜR BİRLİK

Orman ateşi saçlı karım
Isı şimşeği düşünceli
Kaplan ağzında susamuru bel'li karım
En iri yıldızlar demeti ağızlı kokart ağızlı karım
Ak toprak üzerinde ak sıçan izi dişli karım
Amber dilli perdahlanmış cam dilli
Kesilmiş kurban dilli karım
Gözlerini açıp kapayan bebek dilli
İnanılmaz taş dilli karım
Çocuk elyazısı elifi kirpikli karım
Kırlangıç yuvası kenarı kaşlı
Kışbahçesi tavanı şakaklı arduvaz şakaklı karım
Cambuğusu şakaklı
Şampanya omuzlu karım
Buz altında kalmış yunus başlı çeşme omuzlu karım
Kibrit bilekli
Rastlantı parmaklı kupa beyi parmaklı karım
Kesilmiş saman parmaklı
Zerdeva koltukaltlı karım
Saint-Jean gecesi ve kurtbağrı koltukaltlı karım
Deniz köpüğü ve bölme kollu karım
Değirmen ve buğday karışımı kollu
Füze bacaklı karım
Umutsuzluk ve saat makinesi devinimli karım
Mürver ağacı iliği baldırlı
Baş harf ayaklı karım
Anahtar demeti ayaklı su içen gemi işçisi ayaklı karım
İncili arpa boyunlu karım
Val d'Or boğazı boyunlu
Sel yatağının ta içinde sözleşmek boyunlu karım
Gece göğüslü
Yakut potası göğüslü karım
Çiğ altında gül görüntüsü göğüslü
Günlerin açılan yelpazesi karınlı karım
Dev pençe karınlı
Dikey uçan kuş sırtlı karım
Civa sırtlı
Işık sırtlı karım
Yuvarlanmış dövülmüş taş ve ıslanmış tebeşir enseli
Ve biraz önce içilen bir bardağın düşüşü enseli karım
Tekne kalçalı
Avize ve ok tüyü kalçalı karım
Ak tavuskuşu tüyü sapı kalçalı
Duyulmaz dengeli
Kumtaşı ve amyant kabaetli karım
Kuğu sırtı kabaetli
Bahar kabaetli karım
Glayöl kasıklı
Altın damarı ve ornitorenk kasıklı karım
Yıllanmış bonbon ve yosun kasıklı karım
Ayna kasıklı
Islak gözlü karım
Menekşe zırh takımı ve mıknatıslı iğne gözlü karım
Uçsuz bucaksız çayır gözlü
Hapishanede içilecek su gözlü
Hep balta altında kalan odun gözlü
Su düzeyi gözlü hava toprak ve ateş düzeyi gözlü karım

André BRETON

Çeviri: Selahattin HİLÂV






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

his soykırımı

yapamıyorsan yapamıyorsundur. dimağın çünkü ısrarsız/ ve diğer her şey gibi sonunu bilemediğin bir kaos içinde büsbütün avuçlarında parıldayan hengamenin götürdükleri ile yüksünük, savruk, süreğen bir çağrışım yılgın ve üstelik son sürat giderken bu yılgıyla, sızlıyor burnun, içindekilerle dolu kafan ağır, güne dönen yüzün sararık, tırnakların mor ve pek çok şeyi yitirdiğin o günün akşamı aidiyetin siliyor her şeyi /block/daha fazla block/ biliyorsun korkak olmanın sırası değil, akıyorken hayret direnç gösterebilmen huzursuz bağdaşıklığa beyhude neden çünkü his soykırımı adı e biraz nüktedan. 🎧 Wherever i may roam

Kendini de birlikte götürmüş 🎧

• "Sokrates'e birinin yolculuklarla hemen hemen hiç değişmediğini söylemişler. "Eminim ki, kendini de birlikte götürmüştür" diye yanıtlamış Sokrates."¹ Yoksa madem hepimize bu cihanda bir yer, olmayan o yerde buluşacağızdır gibi, nereye kadar gideceğiz ya da duracağız çünkü yo lun sonunda bir yerde mutlaka toplanacağızdır. Ama değil mi ki oraya da aidiyet hissedemeyiz oradan da gidesimiz gelir orayı da kalabalık yaptık çünkü, orası da bir yer'leşti, resmiyet kazandı. Olur bu. Hep oldu. Buna direnmeyelim elbirliği edelim tamam kabul ama cihansız olup bir yerde de buluşmayalım lütfen. Kendilerimizi geride bırakabilir miyiz? Bu böyle herkesin kendine ait müstakil cihansızlığı olarak devam etse olmaz mı? Tamam kendini cihansız hissedenler güruhu olarak varlığınızın saptanmış olmasına hayır hiç asla lafım yok fakat sayınızın artmasından bir miktar rahatsızlık duyuyor olmam cihansızlığımı benciliyorsa, rahatsızım, müstakil cihansız olayım istiyorum, cihansızlıkla...

Yol

Bir film sahnesi bazen düşündürüyor insanı. Olmak istediğimiz yerler var. Olması istenilenler sürüncemede. -yıllardır aynı bak. Pencerelerden dışarıları izliyorum hep. Yollar dağlar, ağaçlar var. Birileri yürüyor. Gün dönüyor. Yere bişey düşürüyor biri, arabasının farı yanmıyor diğerinin, geçen biri çöp kovasına çarptı, yitti sonra gün. Akşam oldu. Sokak lambaları yanıveriyor gün yitince. Kemikleri sızlıyor mezardakinin, ısınmıyor, aydınlamıyor hiçbir mezarlığın içi, soğuk bu aralar; karşı evin bacası tütüyor, güneş gelir birazdan, çok az ama işi başından aşkın.-yazgısına sarılmış uçuyor son kuş. .. Meşhur bir hikaye var onu bilirsiniz.-yol hikayesi.Yolculukta tanırmışsın insanı. İçe gidileni kastetmediler ondan şüphesiz, kanla, başla, ayakla yürülüneni diyorlar. Olsun yine de ne kadar tanıyabilirsin ki bir insanı, öyle hemen tanınılabiliniyor mu. -sen de herkes gibiymişsin- Başka olmak için uğraşılabilinirmiş gibi. Dönüp durup yaşıyoruz hepimiz. Dönüyor filmler, toparlanıp gidiyoruz, ...

tüm bu oluş

| Niye ve şimdi bunun sırası mı bilmem fakat bir yerden düşmek isteseydim bu muhtemelen evrenin kenarı olurdu. Niye düşmek isterdim bilmiyorum. Evrenin ama mevzuyla kendisini ilişkilendirmesi bi hayli zor. Bir kenarı Stephan Hawking'e göre bile yok. Artık son kanıya göre evren sınırsız ama sonlu. Bir gün yok olacak ama üzgünüm canım kendim bir kenarı yok. :') Başlangıcıysa biraz kaoslu şaibeli entrikalı türk dizileri gibi süzüm süzüm süzülüyor. Evren ve ona oturtmak istediğim muhtemel tanımlar konusunda kafam evet biraz karışık. Gaz ve toz bulutlarını tenzih ederiz ama kim bu gaz ve toz bulutları. Khaos'un oğulları?. O zaman adları Gasos ve Tosos olmaz mıydı. Gasos ve Tosos diye yedi bölümlük mini dizi yazmamı isteseydi Netflix. -istemedi. Konumuz bu değil. Belli ki esaslı bir gazdan ve hatırı sayılır bir tozdan bahsediyorlar. Biz de anıyoruz. Mitolojide geçmemesi ya da bizim bir şekilde de olsa mitolojide yaşamadığımız gerçeğiyle birlikte biraz geçenlerde James Webb'in...

Vincent Van Gogh

Bundan bir-iki hafta kadar önce öyle dururken, yine okunacak ve yapılacak tonlarca şey varken, Loving Vincent'i izledim. Loving Vincent, Afiş Loving Vincent (Vincent’ı Sevmek), 2017 yapımı bir drama. Bu biyografik dramayı Van Gogh üzerine yapılmış diğer filmlerden farklı kılan, filmin 65.000 karesinin her birinin 100 ressam tarafından kanvas üzerine yeniden çizilerek yapılmış, yağlı boya çizimlerinden oluşturulması. Loving Vincent, 2017 Filmde V. Van Gogh'un ölümünden sonrası işlenmiş.  Gerçekten ihtihar mı etti yoksa bu bir cinayet miydi, gibi sorular çerçevesinde ilerliyor film. Adeta Van Gogh'un resimlerinin hareketlendirilmiş hali. Muazzam bir emek. film hakkında   En son buna benzer The House diye bir dizi/film izlemiştim. O da stop-motion tekniğiyle keçeden yapılmış canlıları hareket ettirilerek çekilmişti. Bu işi bu resim karelerinin her birini yeniden çizerek yaptıklarını göz önünde bulundurarak, Loving Vincent filmindeki emeği biraz olsun gözünüzde canladırab...