Ana içeriğe atla

The Fountain


The Fountain ile ilgili bişeyler söylemek için, yönetmenin şeceresine inmek gerekiyor sanırım, çünkü epey değişik bi filmdi, çözümlenmeli, incelenmeli yönetmeni Darren Aronofsky’nin tarzını bilerek ilerlenmeli.



O yüzden Pi (1998) ile başlamak daha doğru olurdu sanırım, daha sonra işte kronolojik olarak en iyi yapımlarından yürünürdü;

Requiem For A Dream(2000)*
The Fontaine (2006)*
Black Swan (2010)*
Noah (2014)
Mother(2017)*

Ben çok merak ettiğim için, ilk tercihi The Fountain(2006) ile yaptım-öyle bi elmas seçiyorum genelde, beğenirsem yönetmenin şeceresine iniyorum; bu genel olarak yönetmen bazlı izlediğim filmlerde yaptığım bişey- işte çünkü bazen salt film izlemiyor, bir yönetmeni bir yazarı keşfetmek gibi keşfetmek istiyorsunuz ki siz de öyleyseniz, The Fountain bence yönetmeni tanımak için iyi bi kazı başlangıcı.

Aslına bakacak olursak öykü hazin başlıyor. The Fountain(2006) Venedik Film Festivali’nde yuhalanmış. Evet, evet. Eleştirilmiş, gişede zarar etmiş. O yüzden ikiye bölünmeler söz konusu filmin yorumlarında; kimi taraf içeriği, anlatısı bakımından doyuma ulaşsa da amacı salt tüketmek olan kesim beğenmeyebilir. Onun yanı sıra fazlaca felsefe-bilim ve inanılmaz sinematografi arayanlar da kendi içinde fraksiyonlara ayrılabilir, evet doyuma ulaştık hayır aman aman da değildi.

Her izleyenin farklı algıladığı, anlamakta zorlandığı The Fountain, Darren Aronofsky’nin kendi söylemiyle, 'her izleyenin kendi cevaplarını bulmasını istediği, bu cevapları aramanın, arayıp bulamamanın bizim insiyatifimizde olduğu' bir film.

Filmin içeriğinden biraz bahsedecek olursam ki çetrefilli kısmı bu, bilimkurgu mevzusu da bunu karşılar; zaman dilimleri. Bi kraliçeli 16. yüzyılda gidiyorsunuz, bi günümüze geliyorsunuz, bir de bence zaman ötesi bir noktaya ulaşıyorsunuz ya da gelecekte bir zamana. Mevzuyu fantastik ya da bilim-kurgu yapan, tüm kişilerin olayların birbirinin devamı mı yoksa yansıması mı olup olmadığını anlayamamanız. Paralel evrenler bile olabilirler. 

Konuysa, eşi ölmekte olan Tommy'nin (Hugh Jackman), ölümsüzlüğü bulmaya çalışması çerçevesinde ilerliyor. Daha doğrusu ölümün hastalık olduğunu düşündüğü için ölmek üzere olan karısını iyileştirmeye çalışan bir bilim insanının hikâyesi -hatta bununla ilgili yapılan çalışmalarda epey ilginç bir sonuca da ulaşılıyor-*

Fakat çok sevdiği eşi İzzi'yi (Rachel Weisz) kurtarmaya çalışan Tommy, ne yazık ki ölümü tedavi edemiyor. Ölürsünüz çünkü. Ölünür. The end. Eşi İzzi'yse ama ölümü olağan karşılayan bir kabullenişçi; hatta mezarına ekilen tohumdan varlığını sürdürmeyi düşlüyor, Hatta belki de o Hayat Ağacı mevzusu işte aynı döngüde aynı şeylerin yinelenmesi bile olabilir -belki biraz New Ageçi diyebiliriz İzzi için, evet, inanışlar bakımından çeşitliliğin bol olduğu bi film. Film adeta Tommy ile materyalist düşüncelerden sıyrılıp metafizik boyuta geçiş.ajsj 

Neyse İzzi'inin yazmakta olduğu kitaba değinelim. Tarih,mit ve fantastik içerikli. 16.yüzyılda geçen öyküde engizisyon tarafından toprakları elinden alınmakla tehdit edilen Kraliçe İsabella'nın Tomas'ı/Tommy'i İspanya 'yı kölelikten kurtarabilmesi için, Hayat Ağacını bulmaya Maya ormanlarına gönderilmesi işleniyor. Hikâye İspanya 'da başlayıp Xibalba denilen Nebula'da bitecektir. Yıldız yani. Filmde de zaten Tommy'inin Xibalba'ya ulaşıp ulaşamayacağını sorguluyorsunuz. Xibalba işte Nirvana. O nokta. Yok olcak olan bir nebula. Fakat varılan yer, varılması istenilen, varıldığında kanılan, kanılmak istenilen, kanılamayan.

Ancak Izzi ölmek üzere olduğu için kitabın sonunu Tommy'nin bitirmesini istiyor. Mevzu da burda başlıyor. Ağacı bulan Tomas ne yapıyor? Tommy?#++#+#

İşte o yüzden bir de farklı boyutta Tommy çıkıyor karşımıza. (Dazlak olan) 26. yüzyılda. Oda ağaca erişip huzuru bulan sanırım. Hatta hani o yapılan deneyde ulaşılan sonuç var ya, belki de o sonuca erişildi.* Ve 26. yüzyılda gördüğümüzde günümüzdeki Tommy. (Spolier vermemek için geberdiğim bir inceleme yemin ediyorum.:/)Öyle de karışık evet film sjsj Hayır ama bi Dark değil.zjzj

Epey boyut değişimi mevcut. Zannediyorum hayat ağacı kısmında geleceğe ilişiyor mevzu. 

İşte bu süreçte gözlemlediğimiz bence, Tommy'inin bu zaman dilimlerinde eriştikleri, düşündükleri kendini ne yönde ve nasıl şekillendirip değiştirdiği. Bu yolculuk esas. Kendisiyle, inanışlarıyla, varoluşuyla savaşı. İzzi'inin ona kattıkları. Hani yolda buldukları. Dönüşümü, değişimi. 

İnsan kibrinin arayışları, sonsuz susuzluğu, ulaşılmaza duyduğu güçlü isteği. Varınca ne olduğu, varılabilirliği.?


Tavsiye ederim. 🤞

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

his soykırımı

yapamıyorsan yapamıyorsundur. dimağın çünkü ısrarsız/ ve diğer her şey gibi sonunu bilemediğin bir kaos içinde büsbütün avuçlarında parıldayan hengamenin götürdükleri ile yüksünük, savruk, süreğen bir çağrışım yılgın ve üstelik son sürat giderken bu yılgıyla, sızlıyor burnun, içindekilerle dolu kafan ağır, güne dönen yüzün sararık, tırnakların mor ve pek çok şeyi yitirdiğin o günün akşamı aidiyetin siliyor her şeyi /block/daha fazla block/ biliyorsun korkak olmanın sırası değil, akıyorken hayret direnç gösterebilmen huzursuz bağdaşıklığa beyhude neden çünkü his soykırımı adı e biraz nüktedan. 🎧 Wherever i may roam

Kendini de birlikte götürmüş 🎧

• "Sokrates'e birinin yolculuklarla hemen hemen hiç değişmediğini söylemişler. "Eminim ki, kendini de birlikte götürmüştür" diye yanıtlamış Sokrates."¹ Yoksa madem hepimize bu cihanda bir yer, olmayan o yerde buluşacağızdır gibi, nereye kadar gideceğiz ya da duracağız çünkü yo lun sonunda bir yerde mutlaka toplanacağızdır. Ama değil mi ki oraya da aidiyet hissedemeyiz oradan da gidesimiz gelir orayı da kalabalık yaptık çünkü, orası da bir yer'leşti, resmiyet kazandı. Olur bu. Hep oldu. Buna direnmeyelim elbirliği edelim tamam kabul ama cihansız olup bir yerde de buluşmayalım lütfen. Kendilerimizi geride bırakabilir miyiz? Bu böyle herkesin kendine ait müstakil cihansızlığı olarak devam etse olmaz mı? Tamam kendini cihansız hissedenler güruhu olarak varlığınızın saptanmış olmasına hayır hiç asla lafım yok fakat sayınızın artmasından bir miktar rahatsızlık duyuyor olmam cihansızlığımı benciliyorsa, rahatsızım, müstakil cihansız olayım istiyorum, cihansızlıkla...

Yol

Bir film sahnesi bazen düşündürüyor insanı. Olmak istediğimiz yerler var. Olması istenilenler sürüncemede. -yıllardır aynı bak. Pencerelerden dışarıları izliyorum hep. Yollar dağlar, ağaçlar var. Birileri yürüyor. Gün dönüyor. Yere bişey düşürüyor biri, arabasının farı yanmıyor diğerinin, geçen biri çöp kovasına çarptı, yitti sonra gün. Akşam oldu. Sokak lambaları yanıveriyor gün yitince. Kemikleri sızlıyor mezardakinin, ısınmıyor, aydınlamıyor hiçbir mezarlığın içi, soğuk bu aralar; karşı evin bacası tütüyor, güneş gelir birazdan, çok az ama işi başından aşkın.-yazgısına sarılmış uçuyor son kuş. .. Meşhur bir hikaye var onu bilirsiniz.-yol hikayesi.Yolculukta tanırmışsın insanı. İçe gidileni kastetmediler ondan şüphesiz, kanla, başla, ayakla yürülüneni diyorlar. Olsun yine de ne kadar tanıyabilirsin ki bir insanı, öyle hemen tanınılabiliniyor mu. -sen de herkes gibiymişsin- Başka olmak için uğraşılabilinirmiş gibi. Dönüp durup yaşıyoruz hepimiz. Dönüyor filmler, toparlanıp gidiyoruz, ...

tüm bu oluş

| Niye ve şimdi bunun sırası mı bilmem fakat bir yerden düşmek isteseydim bu muhtemelen evrenin kenarı olurdu. Niye düşmek isterdim bilmiyorum. Evrenin ama mevzuyla kendisini ilişkilendirmesi bi hayli zor. Bir kenarı Stephan Hawking'e göre bile yok. Artık son kanıya göre evren sınırsız ama sonlu. Bir gün yok olacak ama üzgünüm canım kendim bir kenarı yok. :') Başlangıcıysa biraz kaoslu şaibeli entrikalı türk dizileri gibi süzüm süzüm süzülüyor. Evren ve ona oturtmak istediğim muhtemel tanımlar konusunda kafam evet biraz karışık. Gaz ve toz bulutlarını tenzih ederiz ama kim bu gaz ve toz bulutları. Khaos'un oğulları?. O zaman adları Gasos ve Tosos olmaz mıydı. Gasos ve Tosos diye yedi bölümlük mini dizi yazmamı isteseydi Netflix. -istemedi. Konumuz bu değil. Belli ki esaslı bir gazdan ve hatırı sayılır bir tozdan bahsediyorlar. Biz de anıyoruz. Mitolojide geçmemesi ya da bizim bir şekilde de olsa mitolojide yaşamadığımız gerçeğiyle birlikte biraz geçenlerde James Webb'in...

Vincent Van Gogh

Bundan bir-iki hafta kadar önce öyle dururken, yine okunacak ve yapılacak tonlarca şey varken, Loving Vincent'i izledim. Loving Vincent, Afiş Loving Vincent (Vincent’ı Sevmek), 2017 yapımı bir drama. Bu biyografik dramayı Van Gogh üzerine yapılmış diğer filmlerden farklı kılan, filmin 65.000 karesinin her birinin 100 ressam tarafından kanvas üzerine yeniden çizilerek yapılmış, yağlı boya çizimlerinden oluşturulması. Loving Vincent, 2017 Filmde V. Van Gogh'un ölümünden sonrası işlenmiş.  Gerçekten ihtihar mı etti yoksa bu bir cinayet miydi, gibi sorular çerçevesinde ilerliyor film. Adeta Van Gogh'un resimlerinin hareketlendirilmiş hali. Muazzam bir emek. film hakkında   En son buna benzer The House diye bir dizi/film izlemiştim. O da stop-motion tekniğiyle keçeden yapılmış canlıları hareket ettirilerek çekilmişti. Bu işi bu resim karelerinin her birini yeniden çizerek yaptıklarını göz önünde bulundurarak, Loving Vincent filmindeki emeği biraz olsun gözünüzde canladırab...