Ana içeriğe atla

üstün insan formuyla aramdakiler ve yapay zeka ile zeytin yeyişlerimiz

Bir objeyi, sözü, şiiri, heykeli, resmi, görüntüyü, akışı, hareketliliği, durağanlığı, bilinç akışını, zihin resmini; kolajı, asamblajı, dijitali, pixeli, gravürü, mermeri, taşı, el işini, ip işini, tekstil işini, görsel işi yani çeşitlerini sonsuza kadar sıralayabileceğimiz bu tüm kişi ve kişilerin tarih öncesi çağlardan beri yapageldikleri her şeyi sanat eseri yapan tam olarak nedir? Neye, neden sanat diyoruz?

Bu soruları gündelik hayatta dile getirmesek de çok sık düşünürüz. Hatta ilk gardımız anlamlandıramadığımız o "şey" karşımıza dikildiğinde düşer. Çoğunlukla çünkü "şeyleri" sanat eseri olmak ya da olmamakla ilişkilendirdiğimizde tartışmalar meydana gelir. Herkesin sanat anlayışı -tüm şart ve dengeleri bir araya getirip oluşumun neye itki o sağlanamazsa neye bağlı olduğunun çıkarsamasını yapamadığımızla ve çeşitli güzellik algılarıyla etrafı gözlemlediğimiz gerçeğiyle de ilintili olarak- farklıdır. Bu hengamede "O şeye neden sanat diyoruz?" gibi nesneyi önceleyen sorulara yanıt ararken ıskaladığımız başka bir soru çıkar karşımıza; "Sanat nedir?"

Ernst Gombrich'in, Sanatın Öyküsü isimli kitabında bu soruya;

"Sanat diye bir şey yoktur aslında. Yalnızca sanatçılar vardır. Bir zamanlar bu adamlar renkli toprakla bir mağaranın duvarına kabaca bizon resimleri çiziktiriyordu; bugün de bazıları boya satın alıp duvar ya da tahta perdeleri resimliyor ve daha birçok başka şeyler üretiyorlar. Tüm bu etkinlikleri sanat diye tanımlamakta hiçbir sakınca yok, yeter ki bu sözcüğün yer ve zamana göre birbirinden değişik anlamlara gelebileceği unutulmasın ve günümüzde nerdeyse bir korkuluk veya tapınma aracı haline gelen ve büyük S ile başlayan sanat'ın var olmadığının bilincinde olunulsun." (syf,16) şeklinde yanıt verir.


Büyük Salon"un genel görüntüsü,
Lascaux, Fransa, MÖ 16.000-14.000.Kireçtaşı kaya üzerine boyama.


Lascaux, Fransa, MÖ 16.000-14.000.
Gomrich'in aktardığım alıntısında bahsettiği, bazıları ve Fransa'daki mağara duvarına çiziktirdikleri bizonlar. M.Ö 13 binli yıllara tarihlenen bu mağara resimleri, sanat eserinin ne olduğunu kavramakta bana çok ilham veriyor. Eline çünkü herhangi bir boya ve fırça alan herkes biraz zorlasa bunları çizebilir. Nesneleri sanatlaştırmak mı mesele yoksa aslında sanatçıyı kovalamak mı?

Mağaranın sanal turu

O yüzden sık sık geçmişe gidiyorum. Uzak geçmişe, yakın geçmişe. Geçmişte yazılan şiire, söze, yapılan tabloya, heykele, mimariye... Medeniyetlerin bıraktığı o her şeye duyduğum bu ilgi mi acaba onları kafamda sanat eseri olarak konumlandırıyor? Bu ilgiyle mi alakalı değer kazanması geçmişteki nesnelerin? Tüm bunlarla ilgilenmesem kimlerin kimlere hangi kapıyı araladığını ve sanatçıyı sanatçı yapanın ne olduğunu bulmak ister miydim? Nesneleri oluşturan sanatçının var olmak istemesini gördüğü için mi acaba insanlık sanatçıyı önceliyor? Geçmişten bu yana da bu ilgiyle mi deneyimledi herkes yaşadığı dönemi?

Diyelim ki deneyim bu. Denediler ve eylediler. Sanatçıyı besleyen bu deneyimler nereden geliyordu? Yaşanılarak kazanılıyorduysa madem ve bu süreçte sanat tekrar yaşayarak karşıtını ya da katmanını üretiyorduysa, sanat yapma motivasyonunu sağlayan şey de bu tecrübelerdiyse, kötü bir taklidiyle ya da sağlanabilir katmanıyla bu benzer tecrübeleri harmanlayıp bir yapay zeka, Van Gogh'un fırça darbeleri, Andre Breton'ın Poem Object'i, Marcel Duchamp' ın pisuar'ı , Vasili Kandinski' nin çizgileri ya da Andy Warhol'un süt kutuları gibi sanat üretebilir? Dahası onun üretmiş olduğu bu sanata karşı yine kendi gibi yapay zekalarca az önce saydığım isimler gibi  farklı akımlara kapı aralayan ardıl sanat da üretilirse, muhatabını bulmuş ve sanatçı mı olmuş olacak yapay zeka? 

Onu nasıl durdurabiliriz. Onu yok sayamıyorsak ya da ondan kurtulmayacaksak, ki onu neden yok saymak ya da kurtulmak isteyelim, onunla bütünleşmeliyiz? Varlığını kabul etmeli ve deneyimlerini gözlemlemeli; kendisi ve ardıllarınca yapılacak olan bu sanatı takip etmeli, onlara da artık hakkını verip sanatçı demeliyiz.? Sadece soru.:))

Aslında zannediyorum başından beri soru yanlış. Esas sorulması gereken soru, "sanatçı kimdir?" olmalı. Kime sanatçı diyoruz?

Geçen gün Gökhan'la yapay zekanın sanat üretebiliyor olması üzerine konuştuk.

-Sonuçta insan ırkının yüklediği bir takım verileri bir araya getirerek yapıyor yapay zeka bu işi, düşününce şimdi, insan ırkının nesli tükendiğinde hangi veriye nereden ulaşıp kendini tekrar etmeden yeni bir şeyler üretebilir ki bir yapay zeka? 

-Peki ya veriyi kendi edinimlemeyi bulursa -tamam matematiksel olarak zor belki ama biraz bilimkurgu bizi eksiltmez- ya veriyi tecrübe edip işlerse, filmlerde görüyoruz, hatta geçen izledik "Free Guy"(2021) isimli filmde, oyunda sadece dursun diye oluşturulmuş yan karakter, bilinç kazandı. Yapay zeka da bir gün pekala bağımsızlığını ilan edebilir. Sonuçta kendi başına hayatta kalmayı öğrenirse kendini tekrar etmeden sanatta yapabilir. 

-Iskaladığımız bir şey var ama. Diyelim bir distopyanın içerisindeyiz ve yapay zeka tüm veri işlemlerini kendi halledebilecek boyuta erişti. Neyi nasıl yapacağını öğrense bile, insan değil, insan gibi deneyimleyemediği için bir yerde tıkanacaktır. Sonuçta sanat dediğimizi sanatçı oluşturuyor. Sanatçı karmaşık bir varlık. Yapay zekanın bu karmaşık donanımı elde etse bile hasarsız sürdürebileceğinden çok da emin değilim.

-Aslında bilinç aktarımı üzerine bu yüzden çalışıyorlar. "Transcendence"(2014) isimli filmde görmüştük, eğer bir insan zihni bir yapay zekaya aktarılırsa, insan soyu tükenmemiş olur. Evrimin en üst zirvesi. Yani aslında yapay zekanın evreni ele geçirişi, insan zihniyle yaptığı ortak bir eylem olacak gibi, yani yine dolaylı yoldan insanın yaptığı bir şey.

-Mümkün. Fakat yapay zeka ile birleşen bu üst insan formu da sonsuza kadar yaşayamayacak ve yeni şeyler deneyimleyemeyecektir, çünkü mesela 15-24 yaş arası insanları gözlemleyi seviyorum ben; ne yapıyorlar, evrene bakışları nasıl, hangi tür müzik dinliyorlar, espri anlayışları ne, farkındalıkları ne boyuttta, iletişimleri nasıl, neye nasıl tepki veriyorlar, ne üretiyorlar merak ediyorum. Dolayısıyla bilinçlerin yapay zeka formuna aktarıldığı bir evrende, yapay zekayla bütünleşmiş insan formundan bahsedeceksek eğer, mevcut durumda var olan ve devam edegelen nesil aktarılacak sonsuza dek; yeni nesil olmayacak, -zihin çiftleşmesini ve bu birleşimden yeni bir yapay zeka formu doğmasını icat etmezse insanlık- yeni keşiflerin yeni nesille geldiğini de göz ardı etmezsek, bilinç aktarımı sonsuz sıkıcı bir döngüye girecek; çoğu insan peşinden gelen nesli serseri mayın olarak görse de başka bir evrene kapı aralıyor var olagelen her yeni hücre, hatta belki de daha arındırılmış bilinçli bir zihinle. Sonuç olarak hep aynı zamanın insanları, sonsuz bir döngüyle, aynı verilerle tam donanımlı bile olsalar, tıkanırlar. Bir yerde isyan başlar, bu yapay zeka formlu yeni insan türü de ölebilmek ister. Ben isterdim.skjssk

-Onu biliyoruz. :)

-Sonsuza kadar çünkü aynı zihinle ne üretilebilir ki. Çok ilginç değil mi ama. İnsan zihnini yapay zeka formuyla birleştirip bir üst insan formu yaratsak bile sanat üretmek için bir önceki ve bir sonraki nesle hep ihtiyacımız var. Sanatı var eden öncülleri ve ardılları oluyor bir yerde.

Bu yaşama işini uzun zaman boyunca bu bilinç aktarımıyla aynı nesil devam ettirirse diyelim, nasıl üretilebilir ki yeni sanat. Hep aynı sanat anlayışıyla devam edilebiliyor olsaydı, sanat akımları bu kadar karmaşık, çeşitli, yenilenebilir olmazdı ki. Açıkçası keyif de vermezdi. O yüzden yapay zekayla birleşen bu yeni insan formu da sınırlı olacaktır. Yeni nesil gelmiyorsa neye tepki gösterilebilir ya da  aşılabilir?

Ya da CRISPR teknolojisiyle Gattaca(1997)  isimli filmdeki gibi yeni nesiller sipariş üzerine yapılırsa da aynı şey geçerli? Bu da çok mümkün. Hatta zihinlerin yapay zekaya aktarılmasına gerek kalmadan kusursuz insan üretilebilir. Kusursuz insanı yapay zeka ele geçirmez, kusursuz insan yapaylaşır. Trajedi yok, kusur yok, münakaşa yok, telmih yok, engebe yok, muallaklık yok.

Muallaklık yoksa bence sanatta yok. Sanatçı muallak bir yaratık. Hayal dünyası dediğimizi, bilinmezin gizemi, biraz ne olacağını kestirememe geliştirmiyor mu? Yapay zeka kendi formunda kaldığında biliyoruz ki veriler ancak insanın algoritmalaştırmasıyla yerini buluyor; kocaman bir kaosun içerisine düşsek dahi en fazla yine insanla birleşebilir bir yapay zeka. Şiir yazdırılan, dijital sanat ürettirilen ve varlığıyla vücuda gereksinmesi bile olmayan bir üst yapay akıl yaratılsın, olağan akıştaki insan soyu tükendiğinde bir anlamı olacak mı bunların?

Diyelim ki insan soyu yok artık. O zamanda bu biz insan türünün konuşacağı konu olmaktan uzak olur. Bu artık bilincini aktaranları, kusursuz doğanları yani yapay zekayı bağlayacak bir mevzu; yeni dünyanın bu robotik yeni insanlarını, onların yapacaklarını? Belki de bu formların yapacakları da zaten -gerçekleşecekse bu distopya- insan türüne ya içkin olacak ya da aşkın.. Yapay zekayı da sanatçı konumuna yerleştirirsek -henüz yeryüzünden yok olmadan- sanatını da konuşacağızdır elbette.

Fakat yazının ortalarında bir yerde sorduğum "Sanatçı kimdir?" sorusunun deneyimlerle -sanatçının ultra histerik travmaları, asla yok edilemeyen varoluş acıları, dünyayla olan sorunu, ucubeliği, aidiyetsizliği, kimliksizliği, yer yer başkalığı, bir başınalığı, tutunamayışı, arayışı, bulamayışı, dibe çakılışı, yeniden çırpınışı, seçimleri; seçimlerinin dahi sonuçlarının bile hiç farkına varamayacak oluşu; farkına varamayacak oluşunun bilinişi; bilinişin zihni yitirişinin nedensizliği ve nedenliliği belki de buna ilave edilerek- harmanlandığı bu evrende sanatı sanat yapan bu karmaşık varlıktır.

Sanat eğer yapay zeka formunda devam edecekse yapay zekanın otoriteden bağımsız bilinç kazanması gerekir. 

Sanatı çünkü sanat yapan sanatçısıdır. Özne yine yılmadan gizli, nesneler aşikâr



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

his soykırımı

yapamıyorsan yapamıyorsundur. dimağın çünkü ısrarsız/ ve diğer her şey gibi sonunu bilemediğin bir kaos içinde büsbütün avuçlarında parıldayan hengamenin götürdükleri ile yüksünük, savruk, süreğen bir çağrışım yılgın ve üstelik son sürat giderken bu yılgıyla, sızlıyor burnun, içindekilerle dolu kafan ağır, güne dönen yüzün sararık, tırnakların mor ve pek çok şeyi yitirdiğin o günün akşamı aidiyetin siliyor her şeyi /block/daha fazla block/ biliyorsun korkak olmanın sırası değil, akıyorken hayret direnç gösterebilmen huzursuz bağdaşıklığa beyhude neden çünkü his soykırımı adı e biraz nüktedan. 🎧 Wherever i may roam

Kendini de birlikte götürmüş 🎧

• "Sokrates'e birinin yolculuklarla hemen hemen hiç değişmediğini söylemişler. "Eminim ki, kendini de birlikte götürmüştür" diye yanıtlamış Sokrates."¹ Yoksa madem hepimize bu cihanda bir yer, olmayan o yerde buluşacağızdır gibi, nereye kadar gideceğiz ya da duracağız çünkü yo lun sonunda bir yerde mutlaka toplanacağızdır. Ama değil mi ki oraya da aidiyet hissedemeyiz oradan da gidesimiz gelir orayı da kalabalık yaptık çünkü, orası da bir yer'leşti, resmiyet kazandı. Olur bu. Hep oldu. Buna direnmeyelim elbirliği edelim tamam kabul ama cihansız olup bir yerde de buluşmayalım lütfen. Kendilerimizi geride bırakabilir miyiz? Bu böyle herkesin kendine ait müstakil cihansızlığı olarak devam etse olmaz mı? Tamam kendini cihansız hissedenler güruhu olarak varlığınızın saptanmış olmasına hayır hiç asla lafım yok fakat sayınızın artmasından bir miktar rahatsızlık duyuyor olmam cihansızlığımı benciliyorsa, rahatsızım, müstakil cihansız olayım istiyorum, cihansızlıkla...

Yol

Bir film sahnesi bazen düşündürüyor insanı. Olmak istediğimiz yerler var. Olması istenilenler sürüncemede. -yıllardır aynı bak. Pencerelerden dışarıları izliyorum hep. Yollar dağlar, ağaçlar var. Birileri yürüyor. Gün dönüyor. Yere bişey düşürüyor biri, arabasının farı yanmıyor diğerinin, geçen biri çöp kovasına çarptı, yitti sonra gün. Akşam oldu. Sokak lambaları yanıveriyor gün yitince. Kemikleri sızlıyor mezardakinin, ısınmıyor, aydınlamıyor hiçbir mezarlığın içi, soğuk bu aralar; karşı evin bacası tütüyor, güneş gelir birazdan, çok az ama işi başından aşkın.-yazgısına sarılmış uçuyor son kuş. .. Meşhur bir hikaye var onu bilirsiniz.-yol hikayesi.Yolculukta tanırmışsın insanı. İçe gidileni kastetmediler ondan şüphesiz, kanla, başla, ayakla yürülüneni diyorlar. Olsun yine de ne kadar tanıyabilirsin ki bir insanı, öyle hemen tanınılabiliniyor mu. -sen de herkes gibiymişsin- Başka olmak için uğraşılabilinirmiş gibi. Dönüp durup yaşıyoruz hepimiz. Dönüyor filmler, toparlanıp gidiyoruz, ...

tüm bu oluş

| Niye ve şimdi bunun sırası mı bilmem fakat bir yerden düşmek isteseydim bu muhtemelen evrenin kenarı olurdu. Niye düşmek isterdim bilmiyorum. Evrenin ama mevzuyla kendisini ilişkilendirmesi bi hayli zor. Bir kenarı Stephan Hawking'e göre bile yok. Artık son kanıya göre evren sınırsız ama sonlu. Bir gün yok olacak ama üzgünüm canım kendim bir kenarı yok. :') Başlangıcıysa biraz kaoslu şaibeli entrikalı türk dizileri gibi süzüm süzüm süzülüyor. Evren ve ona oturtmak istediğim muhtemel tanımlar konusunda kafam evet biraz karışık. Gaz ve toz bulutlarını tenzih ederiz ama kim bu gaz ve toz bulutları. Khaos'un oğulları?. O zaman adları Gasos ve Tosos olmaz mıydı. Gasos ve Tosos diye yedi bölümlük mini dizi yazmamı isteseydi Netflix. -istemedi. Konumuz bu değil. Belli ki esaslı bir gazdan ve hatırı sayılır bir tozdan bahsediyorlar. Biz de anıyoruz. Mitolojide geçmemesi ya da bizim bir şekilde de olsa mitolojide yaşamadığımız gerçeğiyle birlikte biraz geçenlerde James Webb'in...

Vincent Van Gogh

Bundan bir-iki hafta kadar önce öyle dururken, yine okunacak ve yapılacak tonlarca şey varken, Loving Vincent'i izledim. Loving Vincent, Afiş Loving Vincent (Vincent’ı Sevmek), 2017 yapımı bir drama. Bu biyografik dramayı Van Gogh üzerine yapılmış diğer filmlerden farklı kılan, filmin 65.000 karesinin her birinin 100 ressam tarafından kanvas üzerine yeniden çizilerek yapılmış, yağlı boya çizimlerinden oluşturulması. Loving Vincent, 2017 Filmde V. Van Gogh'un ölümünden sonrası işlenmiş.  Gerçekten ihtihar mı etti yoksa bu bir cinayet miydi, gibi sorular çerçevesinde ilerliyor film. Adeta Van Gogh'un resimlerinin hareketlendirilmiş hali. Muazzam bir emek. film hakkında   En son buna benzer The House diye bir dizi/film izlemiştim. O da stop-motion tekniğiyle keçeden yapılmış canlıları hareket ettirilerek çekilmişti. Bu işi bu resim karelerinin her birini yeniden çizerek yaptıklarını göz önünde bulundurarak, Loving Vincent filmindeki emeği biraz olsun gözünüzde canladırab...