Ana içeriğe atla

Mezarlığın bile çitleri var 〜⁠♪♫♪

Sararmış Yapraklar'ı 2023 filmi izlemek için tamamen öylesine açmıştım. 

Hiç özel bir bağım yoktu kimseyle açarken. Aki Kausrismäki'yi falan tanımıyordum. İskandinav sinemasıyla bile henüz tanışmışken, Finlandiya sinemasına dair ne bilip bilmediğimi bile bilmiyordum. Bizim toplumumuzda Finlandiya deyince çünkü aklımızda canlananlar çok güzel şeyler. Fakat bu toplumun çok da somut dertleri yok diyemeyiz. Nordic kavramı bile Finlandiya, "Danimarka, İsveç ve Norveç" üçlüsüne dahil olmadığı için sonradan uydurulmuş. Finler Ruslarla İskandinav milletlerin arasında kalmış (sıkışmış), bize nispeten donuk diye tabir edeceğimiz bu ülkelere benzemek gibi huylar edinmiş küçük bir ülke. Kazanılmış haklardan bahsedebiliriz. Uğraşılmış belli ki bu günlere gelmek için. Finlandiya'yı biz de dahil tüm dünya, ilerici, gelişmiş, öncü olarak görse de Aki Kaurismaki'nin baktığı yerden çektiği filmlere, kaybedenlerin başrol olduğu Fin yazgısı yaşamışlar diyebiliriz.

Toplumun dışına itilmiş bu absürt gerçekçi filmler kafa yorulmuş sinematografinin arasında tamamen gerçek trajedilerden bahsediyor. Finlandiya'ya özgü bile diyemeyeceğimiz konular işliyor Aki Kaurismäki. Filmlerinde karakterler çoğunlukla işçi sınıfına mensup, acınası yaşamlar sürdüren, hayata ait hissetmeyen, kabul görmeyen, bireysel çıkmazların içinde batmaya yüz tutmuş, yabancılaşmış, ötekileşmiş, yalnızlaşmış kaybeden insanlar.  Kaybedenin memleketi mi var çünkü. Hatta aslında bu yönüyle Aki Kaurismäki sinemasının kendisinin de söylemiyle bir memleketi olmadığını çok net görebiliyoruz.  Bu filmler traji romantik komedi tadında sınıf mücadelesi. Onun filmlerinde Finlandiya toplumunu merkeze alarak anlatmaya çalıştığı şey, diğer toplumların da büyük bir çoğunluğunun yaşadığı ve daha da yaşayacağı şeyler gibi görünen konular: Hiyerarşik yapılanmalarla mücadele, sınıflaşma ve adaletsizlikle olan çatışma hali gibi girdapların içinde kaybedenlerin hikâyeleri. Bu kişiler avuçlarında gerçekleştiremedikleri hayalleriyle, diğer yandan daima besledikleri umutlarını hiçbir koşulda ait hissedemedikleri toplumla aralarındaki uçurumdan bıraktıkça bırakıyor, Aki Kaurismäki de minimalist sinematografisiyle mizah da katarak bize düşenleri toplamamız için enteresan bir kapı aralıyor. Çekim tekniği ve biçim üslubu öyle kendine has ki bu kendine haslık, belki çok sıradan ve klişe olabilecek konuları farklı bir perspektiften izlettirmeyi başarıyor.

"Karakterler ne zaman kendilerini aşma, bağlı bulundukları sınıftan koparak yeni bir hayata başlama isteği duysa, içinde bulundukları duruma göre ütopik gelebilecek hayaller kursa, işte o an Kaurismaki’nin mizahı yerini katı bir gerçekliğe bırakır. Bu da bireyin normal eylemlerinde eğlenceli ve mutlu anlar yaşayabileceğini, ama içinde bulunduğu sınıfı değiştirmek istediğinde veya toplum içinde kendisine uygun görülen rolün dışına çıktığında, toplumsal baskının hemen Demokles’in Kılıcı gibi bireyin tepesine iniverdiği gerçeğini hatırlatır." (Saydam, 2008).

Fakat yine de Aki Kausrismäki filmlerinin biraz da iyi hissettirmesinin nedeni, karakterlerinin mutlu bir sonu hak ettiğine inanması.

"İzleyicinin sinemadan çıkarken içeriye girerken olduğundan daha mutlu hissetmesini sağlayacak filmler yapmak en büyük tutkum oldu. Bu filmde de asıl olan buydu. Eğer filmin sonunda adam kendisini vursaydı ya da kadın kendini İsveç’e gitmekte olan bir feribottan pervanelerin üzerine atsaydı bu utanç verici olurdu. Gerçeklikle olan bağı yitirmeksizin iyimser bir tema bulmak zorundayım." (Yeoman, 1997: 18).

O gerçekten mutlu bir sonu hak ettiğimizi düşünüyor.♡

Onun sinemasını minimalist teknikle olabildiğince basit bir o kadar da absürt ve traji komik işlemesi, kullandığı renkler, oyuncuların hal hareketleri hatta mimiksizlikleri, seçtiği şarkılar, filmlerin retroluğu toplumsal olarak oldukça acınası konuları işlerken bile filmlerde yakalamamız istenilen ufak mutluluklar, umutlar, ışık pırıltıları yönetmeni gerçekten benim gözümde enteresan bir noktada konumlandırdı.

Hatta bilirsiniz belki, Nuri Bilge Ceylan için Tarkovski benzetmesi yaptıkları gibi Aki Karusmaki için de Finlandiya'nın Zeki Demirkubuz'u diyorlar. Evet bu benzer bağları ben de hissettim. Demirkubuz'da her bakımdan kaybeden insanların sinemasını yapıyor bu doğru. Ama Demirkubuz izlerken ben, arabesk çukurunda boğuluyormuş gibi hissetmiştim. Aki Kaurusmaki izlerken fakat umut pırıltıları buluyorsunuz. Kaurismaki filmleri bence ideolojik alt yapılı olduğu için bizim yeşilçam sinemasındaki ideolojik alt yapılı filmlere daha çok benziyor desek daha doğru olur gibi.

ay neyse finlerin arabeski var mı bilemem ama Sararmış Yapraklar'daki şu şarkı fin arabeski olabilir.djj 

🎼 Maustetytöt : Syntynyt suruun ja puettu pettymyksin 

Sözleri:

Demlikte küflü kahve, yerde kirli bulaşıklar
Camlara yağmur vuruyor 
Silmeme gerek kalmadı
Beni gitmekten alıkoyacak hiçbir şey yok
Ama sanki dizime kadar beton dökmüşler bana
Bin kilo var omuzlarımda beni aşağıya ittiren
Son bir engel kalsa dahi
Varabilir miyim bilmiyorum mezarıma

🎶
Sonsuza kadar tutsağım burada
Mezarlığın bile çitleri var
Dünyadaki zamanım nihayet son bulduğunda
Beni iyice derine göm.
Senden hoşlanıyorum da kendime yok tahammülüm.
Seni bilmem ama ben başkasını aramıyorum
Olur da buradan gidersem
Kendi hatırım için yaparım bunu
🎶

Buz gibi soğukta bakkala gidiyorum
Birkaç bira alacağım yine
Canım başka isterse bolca vaktim var nasıl olsa
Bütün gün yatıp duruyorum zaten
Lüzumu yoksa evden çıkmıyorum
Unut beni, yalnız kalmak istiyorum
Acılara doğmuşum ben hüsranı giyinmişim


꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳꒳

Maustetytöt : Syntynyt suruun ja puettu pettymyksin 

Bu süreçte Sararmış Yapraklar ve Geçmişi Olmayan Adam'la (İzlediğim ilk iki filmi) beni etkisi altına alan Kaurusmäki'nin baktığı yerle benim baktığım yerin aynı olduğunu anlamam Kaurusmäki'nin tüm külliyatını izlememle sonuçlandı. 

Ama gelelim her şeyden önce Fallen Leaves'e (2023)

İlk gösterimini Mubi Festival'inde yapan Sararmış Yapraklar Cannes'da da Jüri Ödülü aldığı ve sakin aşk hikâyesinin iyi hissettireceğini düşündüğüm için açtığım bir filmdi aslında. 

Ama hiç öyle olmadı. Aki Kaurismaki kendine has bu filmiyle beni sinir etti. Hele de şu sıralar değişmekte olan ekonomik koşulların insanların hayatlarını nasıl etkilediğini, onları adeta Kaurusmäki filmlerindeki insanlar gibi her şeyin dışına ittiğini fark ettiğimiz için, biraz buruk hissettirmiş olabilirim. Yeni film açmış gibi hissetmedim. Sık sık sinematografi olarak olay 2023'de mi geçiyor, burası Finlandiya'nın mı yoksa Aki Kaurismäki'nin mi 2023'ü.?? deyip dursam da, film aktı gitti.

Neyse ilerleyen sahnelerde şantiyede alçıyı makineyle yaptılar da rahatladım Türkiye'de genelde mikserle yapıyorlarmış alçıyı.jsjs Yani film tüm retroluğuna rağmen Finlandiya'nın 2023'ünde geçiyor :D (sonra anladım ki tabii tüm külliyattan sonra  sonra, Aki Kaurismäki 68-80  sonrasına hapsolmuş bir yönetmen. Her filmi aynı retro kokuyla donatılı. Sanki dehşet bir kaybedenler topluluğu izliyorsunuz. Yoruldum :(

Resmen her sahnede de mavi ve kırmızı öyle çoktu ki bi noktadan sonra kırmızı ve mavi aramakla geçti tüm izleme serüveni.fjfjKırmızı, Mavi, Beyaz olayını Polonya'lı yönetmen Kieslowski'nin sinemasından yolunuz geçtiyse bilenleriniz vardır. Fransız bayrağını temsil eder bu renkler. Daha doğrusu aslında bayrağın renklerinin temsil ettiği Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik temalarını temsil ederler demek daha doğru olur. Gerçi Stanley Kubrick'de kullanır. O da zaten ayrık otu olduğu için ona da yakışır sakil durmaz jsjs 

Kaurismaki'nin de tek derdinin eşitlik, özgürlük ve kardeşlik olduğunu işte son filmi Fallen Leaves'te de görmüş oluyoruz. Filmde bir markette çalışan Ansa (Alma Pöysti) ile alkolik olduğu için hiçbir iş yerinde barınamayan Holappa (Jussi Vatanen) arasında doğup doğmayacağından emin olamadığımız aşkı izliyoruz. Çeşitli işçi sorunlarıyla da yüzleştiğimiz Fallen Leaves'i izlemesi daha önce hiç Aki Kaurismaki izlememişseniz öyle keyif veriyor ki bunu anlatamam.

Sararmış Yapraklar'dan hemen sonra üzerine Geçmişi Olmayan Adam'ı  da izledik mesela. Ama o meğer "Kaybedenler Üçlemesinin" ikinci filmiymiş. Evet filmler birbirine benzerliği yönünden sinemaseverler tarafından gruplandırılmış. Bence hepsi kaybedenler serisiydi ya neyse fbf

Keşke az araştırma yapsaymışım. (hep böyle bodoslama başlarım her şeye, yolda öğreniyorum hep ama hep derim bu iyi .)

ve peki neymiş mevzu, Sararmış Yapraklar (2024) aslında "Proletarya Üçlemesinin" dördüncü filmiymiş. ☯⁠‿⁠☯ 

(Sonuç olarak bi sürü Aki Kaurismäki filmi izlemiş buldum kendimi :D 

◉◉◉◉◉◉◉◉◉◉◉◉◉◉

Proletarya serisi:

•Cennetteki Gölgeler (1986) 

•Ariel (1988)

•Kibrit Fabrikası Kızı (1990) (aynı zamanda uyarlama)

•Sararmış Yapraklar (2023)

Bu yazı da diğer filmler hakkında yorum yapmayacağım, zaten benziyorlar konu olarak.  Kibrit Fabrikası Kızı, Sararmış Yapraklar gibi sardı. İlk yarım saat bir tane bile diyalog olmamasına tamamen aktı gitti. Üstelik üzüldüm bi de çok. Kadın hikayesi. Diğer ikisi eh. Sararmış Yapraklar jübilesi olmuş bence serinin. Miras gibi. ⁠Ya da ilk kez Kaurismäki izlediğim için, şaşkın da olabilirim. Hiç ayrımsamasına varamıyorum şu an. ❥

Ve evet, filmleri kesseniz damarlarından Proletarya akacak. O yüzden de böyle adlandırılmış. Hatta öyle proletarya ki iş makineleri izliyoruz filmlerin sahnelerinde. İşçi sınıfın dramatik yaşantıları. Yenilen haklar, ekonomik bunalımlar, var kalım çabaları... Kibritin nasıl yapıldığını falan hep öğrendim. vjjx Gökhan aynı bizim sıkıcı hayatlarımız bunlar deyip izlemeyi üçüncü filmden sonra bıraktı djdjj Onu anlayışla karşıladım.sj

Nasıl ilk filmle son film arasında 39 yıl olur. Ve hiçbir şey nasıl bu kadar değişmez diye sorup duruyorsunuz filmler boyu. Çünkü hayatlarımız da aynı, değişmiyor aydınlanması çok geç yaşanmıyor.sjsj A nasıl zekice. Değişen hiçbir şey olmadığını çıkıp biri nasıl anlatılabilir diye sorsaydı.. İlk filmle son filmi birbirinin aynı olan Aki Kaurismäki sinemasını örnek verirdim. Buradan bile yönetmenin duruşunu görebiliriz. Bi milim ilerlemiyoruz.

Aki Kaurismaki de  filmlerinin herhangi bir ülkeye ait olmadığını düşünüyor, işçi sorunlarının evrensel olduğunu ve bu filmlerin herkese ait olduğunu söylüyor. Ne haklı. Çiçeğim. 

Cennetteki Gölgeler (1986) 

Ariel (1988)

Kibrit Fabrikası Kızı (1990)


10/¹⁰ •Sararmış Yapraklar (2023)

*

Değişen ve dönüşen yüzyılda artık işçinin hasbelkader yaşadığından ve daha da yaşayacağından emin olan yönetmen e haliyle yalnızlıkları konu ediniyor. (Diğer filmlerinden bu hissediliyor.)

İşçi dediğimizin çünkü endüstrileşmeyle birlikte emek gücü sömürüldüğü yetmiyormuş gibi etrafı da savaş, emperyalizm ve kapitalizmle çevrilmiş ve ne yazık ki 39 yıl sonra bile hâlâ karnını doyurmak için çalışması gerekirken ilave olarak da hayattan zevk alamamakta, teknolojinin gelişimiyle de her şeyden haberdar olduğu için ekseriyetle elem gam keder yüklü. Farkındalık kazanan işçi mi olur. Eve ekmek mi götürsün, varoluş acısı mı çeksin bu proleter nedir bu ya. Marx gelsin de üç kuruşa bile razı olup yeter ki meşgul olayım da taksidimi ödeyeyim, n'olursun düşünmemeyim artık bu kadar diyen 2023 insanını görsün. Yabancılaşıyor hem kendine hem topluma. Yalnızlaşıyor.

Sararmış Yapraklar'da kadının gidip tabak alması her şeyi biraz anlatır. .

Ayrıca filmlerde çeşitli dünya sorunlarına denk geliyoruz. 1990 tarihli filmde mesela ilk kez televizyondan haber gösterdiğine şahit oldum yönetmenin. 2023 tarihli filmde radyodan dinliyorlardı haberleri. Bence bu da hayatımıza ışık hızıyla giren tekleonojiyi uzaklaştırmayı isteme girişimi.

Bir de mesela her filmde müzik dans, bar ve sinema gibi sosyal aktiviteler yapma illa ki oluyor. Bu da aslında malumunuz işçi sınıfını durduran bir şeydir. Yani biraz olsun hayattan zevk alır proletarya ve işi sorgulamadan yapmaya devam eder. Genel olarak bu zamanı ruhlarımız için özellikle ayırmamız patronlar tarafından bile istenir. Hatta izin verilir. Sadece kafa dağıtmak için ama. Aman düşünmek olmamalı. Uzun tutulmamalı bu süre.

Of her şeyden anlam çıkarmam şaka mı şu an.sjsj 

Dağlandım yine durduk yere. 

Ben sevdim. Hatta Mubi'de şu sıralar Aki Kaurismäki retrospektifi var gibi bişey. Bir çok filmi gösterimde.

Arada hep izlemek istiyorum gösterimden gitmeden. Durup dururken Fin insanı bağımlısı oldum. Nasıl mimiksizler. Şükela. Biraz Fin gibi olsam hayatım kurtulurdu.

Filmlerdeki şarkılar falan hele ayrı bir dünya.

🎶🎶

Çoğunuza belki donuk gelebilir oyunculuklar. Ben bunun da yönetmenin tarzı olduğunu düşünüyorum. (Gerçi başka Fin filmi izleyince, genelimi bu ülkenin Aki'ye mi özel yeniden düzenlerim burayı. Düzenleme: Sanırım bu durum Fin insanına özel. Galiba cidden donuklar. Geçen gün Jim Jarmusch'un Night On Earth isimli filmini izledim. O filmdeki son taksici Helsinki'liydi. Yani Finlandiya'da geçiyordu hikaye, ve yine Aki Kaurismäki filminden tanıdığım oyuncu oynuyordu taksiciyi (Sakari Kuosmanen). Yine aynı donukluktaydı. Diğer oyuncular da aynıydı. Bilmiyorum. Fin insanı prototipini de iki filmle çizmem rezillik ama biraz cidden böyle gibiler jjsj)

Sonuç olarak farklı sinematografi yakalamak ve iyi hissetmek için gerçekten Aki Kaurismäki izleyebilirsiniz.(?!) Tüm olmamışlığa ve sefalete rağmen evet.

Hatta bu proletarya serisi eşle dostla çok iyi gider. İyi hissettirir.✨ Özellikle Falllen Leaves (2023) ama. ♡

•••••••

Diğer üçlemesi 'de 

Kaybedenler Üçlemesi:

Sürüklenen Bulutlar (1996 )

Geçmişi Olmayan Adam (2002)
Puanım:10/⁹
(Cannes 2. Büyük ödülü)

Alaca Karanlıkta Işıklar (2006) (Avrupa Film Ödülü Adayı)

En son izlediğim göçmen hikayesi *Le Havre'de (Umut Limanı)(2011) enfesti.

10/⁸ 👍🏼

(Avrupa Film Ödülü Adayı)

Le Havre (2011)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

his soykırımı

yapamıyorsan yapamıyorsundur. dimağın çünkü ısrarsız/ ve diğer her şey gibi sonunu bilemediğin bir kaos içinde büsbütün avuçlarında parıldayan hengamenin götürdükleri ile yüksünük, savruk, süreğen bir çağrışım yılgın ve üstelik son sürat giderken bu yılgıyla, sızlıyor burnun, içindekilerle dolu kafan ağır, güne dönen yüzün sararık, tırnakların mor ve pek çok şeyi yitirdiğin o günün akşamı aidiyetin siliyor her şeyi /block/daha fazla block/ biliyorsun korkak olmanın sırası değil, akıyorken hayret direnç gösterebilmen huzursuz bağdaşıklığa beyhude neden çünkü his soykırımı adı e biraz nüktedan. 🎧 Wherever i may roam

Kendini de birlikte götürmüş 🎧

• "Sokrates'e birinin yolculuklarla hemen hemen hiç değişmediğini söylemişler. "Eminim ki, kendini de birlikte götürmüştür" diye yanıtlamış Sokrates."¹ Yoksa madem hepimize bu cihanda bir yer, olmayan o yerde buluşacağızdır gibi, nereye kadar gideceğiz ya da duracağız çünkü yo lun sonunda bir yerde mutlaka toplanacağızdır. Ama değil mi ki oraya da aidiyet hissedemeyiz oradan da gidesimiz gelir orayı da kalabalık yaptık çünkü, orası da bir yer'leşti, resmiyet kazandı. Olur bu. Hep oldu. Buna direnmeyelim elbirliği edelim tamam kabul ama cihansız olup bir yerde de buluşmayalım lütfen. Kendilerimizi geride bırakabilir miyiz? Bu böyle herkesin kendine ait müstakil cihansızlığı olarak devam etse olmaz mı? Tamam kendini cihansız hissedenler güruhu olarak varlığınızın saptanmış olmasına hayır hiç asla lafım yok fakat sayınızın artmasından bir miktar rahatsızlık duyuyor olmam cihansızlığımı benciliyorsa, rahatsızım, müstakil cihansız olayım istiyorum, cihansızlıkla...

Yol

Bir film sahnesi bazen düşündürüyor insanı. Olmak istediğimiz yerler var. Olması istenilenler sürüncemede. -yıllardır aynı bak. Pencerelerden dışarıları izliyorum hep. Yollar dağlar, ağaçlar var. Birileri yürüyor. Gün dönüyor. Yere bişey düşürüyor biri, arabasının farı yanmıyor diğerinin, geçen biri çöp kovasına çarptı, yitti sonra gün. Akşam oldu. Sokak lambaları yanıveriyor gün yitince. Kemikleri sızlıyor mezardakinin, ısınmıyor, aydınlamıyor hiçbir mezarlığın içi, soğuk bu aralar; karşı evin bacası tütüyor, güneş gelir birazdan, çok az ama işi başından aşkın.-yazgısına sarılmış uçuyor son kuş. .. Meşhur bir hikaye var onu bilirsiniz.-yol hikayesi.Yolculukta tanırmışsın insanı. İçe gidileni kastetmediler ondan şüphesiz, kanla, başla, ayakla yürülüneni diyorlar. Olsun yine de ne kadar tanıyabilirsin ki bir insanı, öyle hemen tanınılabiliniyor mu. -sen de herkes gibiymişsin- Başka olmak için uğraşılabilinirmiş gibi. Dönüp durup yaşıyoruz hepimiz. Dönüyor filmler, toparlanıp gidiyoruz, ...

tüm bu oluş

| Niye ve şimdi bunun sırası mı bilmem fakat bir yerden düşmek isteseydim bu muhtemelen evrenin kenarı olurdu. Niye düşmek isterdim bilmiyorum. Evrenin ama mevzuyla kendisini ilişkilendirmesi bi hayli zor. Bir kenarı Stephan Hawking'e göre bile yok. Artık son kanıya göre evren sınırsız ama sonlu. Bir gün yok olacak ama üzgünüm canım kendim bir kenarı yok. :') Başlangıcıysa biraz kaoslu şaibeli entrikalı türk dizileri gibi süzüm süzüm süzülüyor. Evren ve ona oturtmak istediğim muhtemel tanımlar konusunda kafam evet biraz karışık. Gaz ve toz bulutlarını tenzih ederiz ama kim bu gaz ve toz bulutları. Khaos'un oğulları?. O zaman adları Gasos ve Tosos olmaz mıydı. Gasos ve Tosos diye yedi bölümlük mini dizi yazmamı isteseydi Netflix. -istemedi. Konumuz bu değil. Belli ki esaslı bir gazdan ve hatırı sayılır bir tozdan bahsediyorlar. Biz de anıyoruz. Mitolojide geçmemesi ya da bizim bir şekilde de olsa mitolojide yaşamadığımız gerçeğiyle birlikte biraz geçenlerde James Webb'in...

Vincent Van Gogh

Bundan bir-iki hafta kadar önce öyle dururken, yine okunacak ve yapılacak tonlarca şey varken, Loving Vincent'i izledim. Loving Vincent, Afiş Loving Vincent (Vincent’ı Sevmek), 2017 yapımı bir drama. Bu biyografik dramayı Van Gogh üzerine yapılmış diğer filmlerden farklı kılan, filmin 65.000 karesinin her birinin 100 ressam tarafından kanvas üzerine yeniden çizilerek yapılmış, yağlı boya çizimlerinden oluşturulması. Loving Vincent, 2017 Filmde V. Van Gogh'un ölümünden sonrası işlenmiş.  Gerçekten ihtihar mı etti yoksa bu bir cinayet miydi, gibi sorular çerçevesinde ilerliyor film. Adeta Van Gogh'un resimlerinin hareketlendirilmiş hali. Muazzam bir emek. film hakkında   En son buna benzer The House diye bir dizi/film izlemiştim. O da stop-motion tekniğiyle keçeden yapılmış canlıları hareket ettirilerek çekilmişti. Bu işi bu resim karelerinin her birini yeniden çizerek yaptıklarını göz önünde bulundurarak, Loving Vincent filmindeki emeği biraz olsun gözünüzde canladırab...