"Bu yaratıklara mitolojik demek insanın canını yakıyor; çünkü dünya soylu bir dünya, ama yaratıklar çok iğrenç. Ama yaşıyorlar: kitaplarda, dergilerde, resimlerde, filmlerde, reklamlarda ve bizim zihinlerimizde. Kökleri mitin kökleri; bilinçdışımızda -ruhun, belki ruhun da ötesinin geniş, ışıksız alanında; Jung'un "kolektif bilinç dışı" dediği yerde, kolektif, çünkü tıpkı gövdelerimizin benzer olması gibi hepimizde benzer olan bir alan bu. Güçleri buradan geliyor ve bu yüzden de önemsiz denerek bir kenara atılamazlar."(syf.99)
- Ursula K. Le Guin / Kadınlar Rüyalar Ejderhalar
- Virginia Woolf / Kendine Ait Bir Oda
- Nihan Kaya / Kırgınlık
- Carl Gustav Jung / Psikoloji ve Din (bu kitabı online kütüphaneden pdf'ini okudum tıklayıp erişebilirsiniz.)
"Ejderhalardan korkan insanlar, kendileri nasıl bu kadar acımasız, bu kadar vahşi olabiliyordu?"
Bunu cidden bilmiyoruz, sevgili Nihan Kaya, evet nasıl.
Ursula K. Le Guin'de ejderhalardan bahsedince ejderha miti canlandı gözümde. Benim en sevdiğim mittir ejderha. Hoşuma gider varlıkları. İnanmak isterim. Belki de bu yüzden fantastik romanlarda yüzmek istemem. Ejderha bana evet bir çoğumuz gibi özgürlüğü çağrıştırır. Başına buyrukluğu. Hatta Ursula K. Le Guin'nin ejderha mevzusuna girişi de bu minvalde gelişir, Amerikalılar Ejderhadan Neden Korkar? Başlıklı yazısında;
"Çünkü fantazi elbette hakikidir" der Ursula K. Le Guin Olgulara dayanmaz, ama hakikidir. Çocuklar bilir bunu. Yetişkinler de bilir, zaten çoğu bu yüzden fantaziden korkar. Fantazideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduğunu bilirler. Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar." ,diye devam eder.(s.33)
C.G.Jung bağlantısı bu nokta da giriyor devreye. Ursula L. Guin Çocuk ve Gölge başlıklı yazısında, mitlerin ve rüyaların birbiriyle bağıntısının bilinçdışından bi yerlerden bilince seslenişle mümkün olduğundan behseder.
"Jung'un tüm söylediği, hepimizin temelde benzer olduğumuz; hepimizin ruhunda aynı genel eğilimler ve biçimlenmeler var, tıpkı hepimizin gövdesinde aynı genel türde ciğerler ve kemikler olduğu gibi. Tüm insanlar kabaca birbirlerine benzer görünüştedir, düşünüşleri ve duyguları da benzer. Ve hepsi de evrenin birer parçasıdır.
Ego, o küçük özel bireysel bilinç bunu bilir ve eğer otizmin umutsuz sessizliğine düşmek istemiyorsa, kendi dışında, ötesinde, kendisinden büyük bir şeyle özdeşleşmesi gerektiğini de bilir. Eğer zayıfsa, ya da kendisine daha iyi bir şey önerilmezse, tek yaptığı "kolektif bilinç”le özdeşleşmektir. "Kolektif Bilinç" Jung'un bir araya getirilmiş tüm küçük egoların en alt ortak paydası için, kültler, itikatlar, hevesler, modalar, statü peşinde koşmalar, alışkanlıklar, başkasından alınan inançlar, reklamlar, popüler kültür, tüm izm'ler, tüm ideolojiler, gerçek paylaşma ve gerçek birlik içermeyen tüm iletişim ve "birliktelik" biçimlerinden oluşan kitlesel zihin için kullandığı terimdir. Bu boş biçimleri kabullenen ego, "yalnız kalabalık"ın bir üyesi olur. Bundan kaçınmak için, gerçek bir birlikteliğe ulaşmak için içe dönmelidir, yüzünü kalabalıktan kaynağa çevirmelidir: kendi derinlikleriyle, Benlik'in büyük keşfedilmemiş alanlarıyla özdeşleşmelidir. Ruhun bu alanlarına Jung "kolektif bilinçdışı" der; gerçek birlikteliğin, hissedilen dinin, sanatın, inayetin, spontaneliğin ve aşkın kaynağını işte burada, hepimizin bir araya geldiği bu alanlarda görür.
Oraya nasıl gidilir? Kolektif bilinçdışına açılan kendi özel kapımızı nasıl bulacağız? Tabii ki ilk adım en önemli adımdır, Jung bize ilk adımın dönüp kendi gölgemizi izlemek olduğunu söylüyor. "(s.38)
Gölye'yi L. Guin, "ruhumuzun öteki yüzü, bilinçli zihinin karanlık kardeşi" olarak tasvir eder.
"O, bilinçli benliğimize kabul etmek istemediğimiz, kabul edemediğimiz her şeydir; içimizde bastırılmış, inkâr edilmiş ya da kullanılmayan tüm özellikler ve eğilimlerdir."(s.39)
"Eğer Jung haklıysa, tıpkı hepimizin vücutlarında aynı tür kalpler ve ciğerler olduğu gibi hepimizin ruhlarında da aynı tür ejderhalar varsa, bu bir paradoks değildir. Bundan çıkan şu: Nasıl vücutlarımızda yeni bir organ icat edemezsek, kimse de düşünerek bir arketip icat edemez. Ancak bu bir kayıp değil kazanç. Üzerinde yalnızca akıl yoluyla değil, estetik, içgüdüsel ve duygusal olarak da buluşabileceğimiz dev bir ortak alan olduğuna göre, bu, iletişim kurabileceğimiz anlamına geliyor; yabancılaşmanın insanlığın nihai durumu olmadığı anlamına geliyor."
• • •
Hemen bodoslama, mevzunun Kadınlar kısmına geçişini mümkün kılmak için, ruhların ortak ejderhasını ruhların ortak acılarına bağlamak için şu pasajı atmak istiyorum Nihan Kaya'dan;
"Annemin yaşadığı her şeyi biliyorum. Onun annesinin, ve onun annesinin, ve onun annesinin yaşadıklarını da. Annem bana hiçbir şey anlatmadığı halde, ve bu kadınların çoğuyla hiç tanışmadığım halde, bilmediğim, duymadığım, yaşamadığım türlü acıyı doğduğumdan beri içimde taşıyorum. Salem'de incir ağaçlarına asıldım. Cesedim Bağdat sokaklarında sürüklendi. Komo Gölü'nde dokuz çift elle boğuldum. Hicaz'da taşlandım. Sibirya'da köylülerin yaktığı ateşe atıldım. Karayipler'de dövülerek öldürüldüm. Altmış sekiz yerimden bıçaklandım. Siyanürle zehirlenip kış günü Neva nehrine atıldım. İsmim dokuz yüz yıl boyunca yasaklandı. Babiali'de arkamdan vuruldum. Yazdığım kitaplara başkalarının adı yazıldı. Yaptığım buluşların ödülü başkalarına verildi. Bir su kuyusunda ölü bulundum. Bir kireç kuyusunda ölü bulundum. Bir mağarada, bir ormanda, California'da bir otel odasında ölü bulundum. Timsahlara verildim. Filler tarafından ezildim. Bedenim yirmi altı parçaya bölündü. Ama her seferinde yeniden doğdum."
Ursula K.Le Guin, evet mitlerin ve bilimkurgunun karaliçesidir hatta okuduğumuz pasajlardan, bunun kabulünün insanlık için zor olduğunu anlatır. Fakat daha önemli bir sorun vardıysa o da bir kadının bilimkurgu / fantastik türde yazıyor olmasıdır. Bu diğer bir kabul edilemez sorundur onun için
"Para kazanın. Kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın KADINLAR."
"...Yazmak her şeyin içindeydi. Ama bu yüzden her şeye tâbiydi de, herhangi küçük bir zorunluluk için bir kenara itilebilirdi. Kendine ait bir masam yoktu, içinde çalışabileceğim bir odam hiç yoktu. Defterim elimde tüm aileye ait masanın bir köşesinde otururdum, her şey sanki ben kitap yazmıyormuşum da gömlek dikiyormuşum gibi olup bitmeye devam ederdi... Annem daima elinde örgüsü oturur, orada kim varsa onunla konuşurdu. Ben de konuşmadan payımı alır, hiçbir şey olmuyormuş gibi bir yandan da hikâyeme devam ederdim."
"Bana gelince: diyor Ursula K. Le Guin, Üç çocuk doğurup yaklaşık yirmi kitap yazarak (Tanrı'ya şükür tersi olmadı) "ya kitap ya bebek" kuralına alenen karşı çıktım. Irk, sınıf, para ve sağlığın getirdiği talihle çifte ip cam bazlığını yapabildim, özellikle de eşimin desteği sayesinde."
"Katil budur: Erkeğin, kadının kendi hizmetine, onun için, onun bedenini, onun rahatını, onun çocuklarını beslemeye yönelik olmadan yaptığı herhangi bir şeye karşı genellikle duyduğu, duyması mazur görülen, duyması öğretilen öldürücü kin, haset, kıskançlık, garez."
Yorumlar
Yorum Gönder