Ana içeriğe atla

Kadınlar Rüyalar Ejderhalar*



Öncelikle belirtmeliyim. Burada toplanmış olma sebebimiz, ejderhalara rüyalara ve kadınlara inanıyor olmamız. 
Eğer hayatınızın belirli noktalarına tarihi, mitleri, fantaziyi ve bilimkurguyu hiç yerleştirmediyseniz birbirimizi kandırmayalım, beni ve Ursula'yı üzersiniz. 

"Bu yaratıklara mitolojik demek insanın canını yakıyor; çünkü dünya soylu bir dünya, ama yaratıklar çok iğrenç. Ama yaşıyorlar: kitaplarda, dergilerde, resimlerde, filmlerde, reklamlarda ve bizim zihinlerimizde. Kökleri mitin kökleri; bilinçdışımızda -ruhun, belki ruhun da ötesinin geniş, ışıksız alanında; Jung'un "kolektif bilinç dışı" dediği yerde, kolektif, çünkü tıpkı gövdelerimizin benzer olması gibi hepimizde benzer olan bir alan bu. Güçleri buradan geliyor ve bu yüzden de önemsiz denerek bir kenara atılamazlar."(syf.99)

Ursula Le Guin'le ben, Mülksüzler  kitabıyla tanışmıştım. Hatta çok beğendiğimi de söyleyebilirim, zaten kitap hakkında inceleme de yazdım blogda, tıklayınca erişilebilirsiniz. Bilim kurgu / anti ütopik bir roman Mülksüzler. Ve bence çok iyi.
Le Guin'in dilini çok seviyorum. Yerdeniz serisine de başladım. Öyle bi seri romanları var altı kitaptan oluşan, bilimkurgu / fantastik.
2022 'in başına da Kadınlar Rüyalar Ejderhalar isimli denemesini sokuşturdum. Aslında kendisinin bir bütün olarak yazdığı bir deneme değil bu, Metis Yayınları'ının Ursula Le Guin'in yazılarından seçtiklerini derlemesi. Adını da içeriğindeki yazılardan sebeple, Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar koymuşlar. Güzel olmuş. 

İşte mevzuya dönecek olursak, Le Guin'in bu kitapta bahsettiği mevzular anladık ki artık biraz ejderhalar, biraz rüyalar ve biraz kadınlar. Ben de aynı yoldan yürümek istediğimde şu dört kitapla yolum kesişti, birbirlerini hatırlatan birbirlerine sarılmış. 
Nihan Kaya da zira aynı noktaya parmak basmış, kırgınlık kitabının Paf başlıklı bölümünde, Paf ejderhanın adı.

"Ejderhalardan korkan insanlar, kendileri nasıl bu kadar acımasız, bu kadar vahşi olabiliyordu?"

Bunu cidden bilmiyoruz, sevgili Nihan Kaya, evet nasıl.

Ursula K. Le Guin'de ejderhalardan bahsedince ejderha miti canlandı gözümde. Benim en sevdiğim mittir ejderha. Hoşuma gider varlıkları. İnanmak isterim. Belki de bu yüzden fantastik romanlarda yüzmek istemem. Ejderha bana evet bir çoğumuz gibi özgürlüğü çağrıştırır. Başına buyrukluğu. Hatta Ursula K. Le Guin'nin ejderha mevzusuna girişi de bu minvalde gelişir, Amerikalılar Ejderhadan Neden Korkar? Başlıklı yazısında;

"Çünkü fantazi elbette hakikidir" der Ursula K. Le Guin Olgulara dayanmaz, ama hakikidir. Çocuklar bilir bunu. Yetişkinler de bilir, zaten çoğu bu yüzden fantaziden korkar. Fantazideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduğunu bilirler. Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar."  ,diye devam eder.(s.33)

C.G.Jung bağlantısı bu nokta da giriyor devreye. Ursula L. Guin Çocuk ve Gölge başlıklı yazısında, mitlerin ve rüyaların birbiriyle bağıntısının bilinçdışından bi yerlerden bilince seslenişle mümkün olduğundan behseder.

"Jung'un tüm söylediği, hepimizin temelde benzer olduğumuz; hepimizin ruhunda aynı genel eğilimler ve biçimlenmeler var, tıpkı hepimizin gövdesinde aynı genel türde ciğerler ve kemikler olduğu gibi. Tüm insanlar kabaca birbirlerine benzer görünüştedir, düşünüşleri ve duyguları da benzer. Ve hepsi de evrenin birer parçasıdır.
Ego, o küçük özel bireysel bilinç bunu bilir ve eğer otizmin umutsuz sessizliğine düşmek istemiyorsa, kendi dışında, ötesinde, kendisinden büyük bir şeyle özdeşleşmesi gerektiğini de bilir. Eğer zayıfsa, ya da kendisine daha iyi bir şey önerilmezse, tek yaptığı "kolektif bilinç”le özdeşleşmektir. "Kolektif Bilinç" Jung'un bir araya getirilmiş tüm küçük egoların en alt ortak paydası için, kültler, itikatlar, hevesler, modalar, statü peşinde koşmalar, alışkanlıklar, başkasından alınan inançlar, reklamlar, popüler kültür, tüm izm'ler, tüm ideolojiler, gerçek paylaşma ve gerçek birlik içermeyen tüm iletişim ve "birliktelik" biçimlerinden oluşan kitlesel zihin için kullandığı terimdir. Bu boş biçimleri kabullenen ego, "yalnız kalabalık"ın bir üyesi olur. Bundan kaçınmak için, gerçek bir birlikteliğe ulaşmak için içe dönmelidir, yüzünü kalabalıktan kaynağa çevirmelidir: kendi derinlikleriyle, Benlik'in büyük keşfedilmemiş alanlarıyla özdeşleşmelidir. Ruhun bu alanlarına Jung "kolektif bilinçdışı" der; gerçek birlikteliğin, hissedilen dinin, sanatın, inayetin, spontaneliğin ve aşkın kaynağını işte burada, hepimizin bir araya geldiği bu alanlarda görür. 

Oraya nasıl gidilir? Kolektif bilinçdışına açılan kendi özel kapımızı nasıl bulacağız? Tabii ki ilk adım en önemli adımdır, Jung bize ilk adımın dönüp kendi gölgemizi izlemek olduğunu söylüyor. "(s.38)

Gölye'yi L. Guin, "ruhumuzun öteki yüzü, bilinçli zihinin karanlık kardeşi" olarak tasvir eder.

"O, bilinçli benliğimize kabul etmek istemediğimiz, kabul edemediğimiz her şeydir; içimizde bastırılmış, inkâr edilmiş ya da kullanılmayan tüm özellikler ve eğilimlerdir."(s.39)

"Eğer Jung haklıysa, tıpkı hepimizin vücutlarında aynı tür kalpler ve ciğerler olduğu gibi hepimizin ruhlarında da aynı tür ejderhalar varsa, bu bir paradoks değildir. Bundan çıkan şu: Nasıl vücutlarımızda yeni bir organ icat edemezsek, kimse de düşünerek bir arketip icat edemez. Ancak bu bir kayıp değil kazanç. Üzerinde yalnızca akıl yoluyla değil, estetik, içgüdüsel ve duygusal olarak da buluşabileceğimiz dev bir ortak alan olduğuna göre, bu, iletişim kurabileceğimiz anlamına geliyor; yabancılaşmanın insanlığın nihai durumu olmadığı anlamına geliyor."

• • •


Hemen bodoslama, mevzunun Kadınlar kısmına geçişini mümkün kılmak için, ruhların ortak ejderhasını ruhların ortak acılarına bağlamak için şu pasajı atmak istiyorum Nihan Kaya'dan;

"Annemin yaşadığı her şeyi biliyorum. Onun annesinin, ve onun annesinin, ve onun annesinin yaşadıklarını da. Annem bana hiçbir şey anlatmadığı halde, ve bu kadınların çoğuyla hiç tanışmadığım halde, bilmediğim, duymadığım, yaşamadığım türlü acıyı doğduğumdan beri içimde taşıyorum. Salem'de incir ağaçlarına asıldım. Cesedim Bağdat sokaklarında sürüklendi. Komo Gölü'nde dokuz çift elle boğuldum. Hicaz'da taşlandım. Sibirya'da köylülerin yaktığı ateşe atıldım. Karayipler'de dövülerek öldürüldüm. Altmış sekiz yerimden bıçaklandım. Siyanürle zehirlenip kış günü Neva nehrine atıldım. İsmim dokuz yüz yıl boyunca yasaklandı. Babiali'de arkamdan vuruldum. Yazdığım kitaplara başkalarının adı yazıldı. Yaptığım buluşların ödülü başkalarına verildi. Bir su kuyusunda ölü bulundum. Bir kireç kuyusunda ölü bulundum. Bir mağarada, bir ormanda, California'da bir otel odasında ölü bulundum. Timsahlara verildim. Filler tarafından ezildim. Bedenim yirmi altı parçaya bölündü. Ama her seferinde yeniden doğdum."

Ursula K.Le Guin, evet mitlerin ve bilimkurgunun karaliçesidir hatta okuduğumuz pasajlardan, bunun kabulünün insanlık için zor olduğunu anlatır. Fakat daha önemli bir sorun vardıysa o da bir kadının bilimkurgu / fantastik türde yazıyor olmasıdır. Bu diğer bir kabul edilemez sorundur onun için

"Para kazanın. Kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın KADINLAR."

Şimdi ama sevgili Woolf haklı. Özgür olmanın ilk anahtarı bu, yoksa Khaleesi gibi hiç birimizin üç minik ejderya yumurtası yok.
Tamam hadi para kazanılıyor, zannediyorum bunu aştık. Fakat kazanıldığıda güç bela oluşturulmuş bir odaya ayıracak vakti 21. yüzyılda bulamıyoruz biz; çalışmazsak vakit bol da, parasız o odayı yapamıyoruz; çalışmazsak bize bakan yok hayır tren miyiz zaten bize neden bakılsın; zengin baba ve zengin koca faktörleri malumun bilirsin, hayatını finanse edenler hayatın üzerinde tahakküm kurabileceğini düşündüğünden, histerik unsurlar barındırır.

Le Guin de işte bu noktadan şöyle giriyor devreye kitabın 117. sayfasında Margaret Oliphant'tan şu alıntıyı aktararak.

"...Yazmak her şeyin içindeydi. Ama bu yüzden her şeye tâbiydi de, herhangi küçük bir zorunluluk için bir kenara itilebilirdi. Kendine ait bir masam yoktu, içinde çalışabileceğim bir odam hiç yoktu. Defterim elimde tüm aileye ait masanın bir köşesinde otururdum, her şey sanki ben kitap yazmıyormuşum da gömlek dikiyormuşum gibi olup bitmeye devam ederdi... Annem daima elinde örgüsü oturur, orada kim varsa onunla konuşurdu. Ben de konuşmadan payımı alır, hiçbir şey olmuyormuş gibi bir yandan da hikâyeme devam ederdim."

He diyor yemeşiim odasını, vaktini; yazmak istedikten sonra tek engel kişinin kendi.

"Bana gelince: diyor Ursula K. Le Guin, Üç çocuk doğurup yaklaşık yirmi kitap yazarak (Tanrı'ya şükür tersi olmadı) "ya kitap ya bebek" kuralına alenen karşı çıktım. Irk, sınıf, para ve sağlığın getirdiği talihle çifte ip cam bazlığını yapabildim, özellikle de eşimin desteği sayesinde."

"Katil budur: Erkeğin, kadının kendi hizmetine, onun için, onun bedenini, onun rahatını, onun çocuklarını beslemeye yönelik olmadan yaptığı herhangi bir şeye karşı genellikle duyduğu, duyması mazur görülen, duyması öğretilen öldürücü kin, haset, kıskançlık, garez."

Yazmak konusunda karşısına çıkan her türlü zorluktan azade olduğunu söylüyor , "ben özgürdüm." O yüzden diyor yazdıklarımı seçme tercihimde de özgürüm, birilerini bağlamaz yani yazıp ettiklerim. İster mitlerden, ister tarihten, ister bilimkurgudan istersem de kadınlardan bahsederim.
Belki de bu güven onu bilimkurgunun eril tahtına oturtan. 

Hadi günümüze gelelim madem, 21. yüzyılın banliyösünden fışkıran o muazzam yaratıcılıklarımıza, tırnaklarımızla oluşturduğumuz bu banliyö hayatında deney faresi gibi çalışmaktan sıyrılıp nasıl üretebileceğimiz üzerine düşünmeye. Ne tür bir yaratıcılık bekliyor bizi daha çok tüketmek dışında?
Bugün asla kendine ait odasında yazı yazmıyor kadın, üret/e/miyor; mekanik, ne idiği ne olacağı belli denemeler, birbirinin taklidi ardışıklık, kalıplaşmış sıradan soneler, cemiyette kaybolunmalar, zihinin değil bedenin geliştiği gösteriler, çeşitli cambaz oyunları... Para maalesef bir sürü keşmekeşi de yanında getiriyor. Mevzu çalışmaksa herkes çalışıp, para kazanıyor evet. Fakat hayır takdir edersiniz ki mevzu para kazanabilmek değil, kendini her şeye rağmen geliştirebilme cürreti göstermek/gösterebilmek.
/Bakalım bunu istiyor muyuz? /



Kaynaklar:
¹Nihan Kaya, Kırgınlık, s.67-68
Carl Gustav Jung, Psikoloji ve Din, Okyanus Yayıncılık, 1938
Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda, Tilki Yayınları, 1929

•••









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

his soykırımı

yapamıyorsan yapamıyorsundur. dimağın çünkü ısrarsız/ ve diğer her şey gibi sonunu bilemediğin bir kaos içinde büsbütün avuçlarında parıldayan hengamenin götürdükleri ile yüksünük, savruk, süreğen bir çağrışım yılgın ve üstelik son sürat giderken bu yılgıyla, sızlıyor burnun, içindekilerle dolu kafan ağır, güne dönen yüzün sararık, tırnakların mor ve pek çok şeyi yitirdiğin o günün akşamı aidiyetin siliyor her şeyi /block/daha fazla block/ biliyorsun korkak olmanın sırası değil, akıyorken hayret direnç gösterebilmen huzursuz bağdaşıklığa beyhude neden çünkü his soykırımı adı e biraz nüktedan. 🎧 Wherever i may roam

Kendini de birlikte götürmüş 🎧

• "Sokrates'e birinin yolculuklarla hemen hemen hiç değişmediğini söylemişler. "Eminim ki, kendini de birlikte götürmüştür" diye yanıtlamış Sokrates."¹ Yoksa madem hepimize bu cihanda bir yer, olmayan o yerde buluşacağızdır gibi, nereye kadar gideceğiz ya da duracağız çünkü yo lun sonunda bir yerde mutlaka toplanacağızdır. Ama değil mi ki oraya da aidiyet hissedemeyiz oradan da gidesimiz gelir orayı da kalabalık yaptık çünkü, orası da bir yer'leşti, resmiyet kazandı. Olur bu. Hep oldu. Buna direnmeyelim elbirliği edelim tamam kabul ama cihansız olup bir yerde de buluşmayalım lütfen. Kendilerimizi geride bırakabilir miyiz? Bu böyle herkesin kendine ait müstakil cihansızlığı olarak devam etse olmaz mı? Tamam kendini cihansız hissedenler güruhu olarak varlığınızın saptanmış olmasına hayır hiç asla lafım yok fakat sayınızın artmasından bir miktar rahatsızlık duyuyor olmam cihansızlığımı benciliyorsa, rahatsızım, müstakil cihansız olayım istiyorum, cihansızlıkla...

Yol

Bir film sahnesi bazen düşündürüyor insanı. Olmak istediğimiz yerler var. Olması istenilenler sürüncemede. -yıllardır aynı bak. Pencerelerden dışarıları izliyorum hep. Yollar dağlar, ağaçlar var. Birileri yürüyor. Gün dönüyor. Yere bişey düşürüyor biri, arabasının farı yanmıyor diğerinin, geçen biri çöp kovasına çarptı, yitti sonra gün. Akşam oldu. Sokak lambaları yanıveriyor gün yitince. Kemikleri sızlıyor mezardakinin, ısınmıyor, aydınlamıyor hiçbir mezarlığın içi, soğuk bu aralar; karşı evin bacası tütüyor, güneş gelir birazdan, çok az ama işi başından aşkın.-yazgısına sarılmış uçuyor son kuş. .. Meşhur bir hikaye var onu bilirsiniz.-yol hikayesi.Yolculukta tanırmışsın insanı. İçe gidileni kastetmediler ondan şüphesiz, kanla, başla, ayakla yürülüneni diyorlar. Olsun yine de ne kadar tanıyabilirsin ki bir insanı, öyle hemen tanınılabiliniyor mu. -sen de herkes gibiymişsin- Başka olmak için uğraşılabilinirmiş gibi. Dönüp durup yaşıyoruz hepimiz. Dönüyor filmler, toparlanıp gidiyoruz, ...

tüm bu oluş

| Niye ve şimdi bunun sırası mı bilmem fakat bir yerden düşmek isteseydim bu muhtemelen evrenin kenarı olurdu. Niye düşmek isterdim bilmiyorum. Evrenin ama mevzuyla kendisini ilişkilendirmesi bi hayli zor. Bir kenarı Stephan Hawking'e göre bile yok. Artık son kanıya göre evren sınırsız ama sonlu. Bir gün yok olacak ama üzgünüm canım kendim bir kenarı yok. :') Başlangıcıysa biraz kaoslu şaibeli entrikalı türk dizileri gibi süzüm süzüm süzülüyor. Evren ve ona oturtmak istediğim muhtemel tanımlar konusunda kafam evet biraz karışık. Gaz ve toz bulutlarını tenzih ederiz ama kim bu gaz ve toz bulutları. Khaos'un oğulları?. O zaman adları Gasos ve Tosos olmaz mıydı. Gasos ve Tosos diye yedi bölümlük mini dizi yazmamı isteseydi Netflix. -istemedi. Konumuz bu değil. Belli ki esaslı bir gazdan ve hatırı sayılır bir tozdan bahsediyorlar. Biz de anıyoruz. Mitolojide geçmemesi ya da bizim bir şekilde de olsa mitolojide yaşamadığımız gerçeğiyle birlikte biraz geçenlerde James Webb'in...

Vincent Van Gogh

Bundan bir-iki hafta kadar önce öyle dururken, yine okunacak ve yapılacak tonlarca şey varken, Loving Vincent'i izledim. Loving Vincent, Afiş Loving Vincent (Vincent’ı Sevmek), 2017 yapımı bir drama. Bu biyografik dramayı Van Gogh üzerine yapılmış diğer filmlerden farklı kılan, filmin 65.000 karesinin her birinin 100 ressam tarafından kanvas üzerine yeniden çizilerek yapılmış, yağlı boya çizimlerinden oluşturulması. Loving Vincent, 2017 Filmde V. Van Gogh'un ölümünden sonrası işlenmiş.  Gerçekten ihtihar mı etti yoksa bu bir cinayet miydi, gibi sorular çerçevesinde ilerliyor film. Adeta Van Gogh'un resimlerinin hareketlendirilmiş hali. Muazzam bir emek. film hakkında   En son buna benzer The House diye bir dizi/film izlemiştim. O da stop-motion tekniğiyle keçeden yapılmış canlıları hareket ettirilerek çekilmişti. Bu işi bu resim karelerinin her birini yeniden çizerek yaptıklarını göz önünde bulundurarak, Loving Vincent filmindeki emeği biraz olsun gözünüzde canladırab...