Ana içeriğe atla

George Orwell



Bahçeden kiraz çalıyorum. Ne alaka deme, dur şimdi, mevzu derin. Ceviz, çağla, erik. Öyle. Çok seçiciyimdir. Her şeyi çalmam.
Toprak nedensiz, nasıl sahiplenilmiş sahi, birisi çizmiş mi eliyle çubukla. - Burası benim!
- İyi al senin olsun!
Demiş mi ektiğim de benim. Ağaç da benim, gölgesi de yemişi de benim.
Benim yoktu bahçem, ağacım, yemişim. N’apsaydım. Nimet dediler cevize. Ne faydalıydı küçük beyincik. 0,5’i karbonhidrattı ,1,2’si protein, 3’ü yağ, 0,3’ü lif, potasyumu resmen 26,2. Ne işe yarıyordu bunlar nereden bileyimdi. Tadı güzeldi. Beyine benzerdi. Yeyince zeki olurduk. Orası kesindi.
Ama neden en çok ceviz çalınca terlik atardı ağacın tepesindeyken bana teyzeler.
-Pahalıydı ceviz. İnsan yaşamından pahalı.
Sonra dedim.
Toprakların belirli yerlerini ekiyorlar. Ekenler isçi, ektiren çiftçi, çiftçiden alan tüccar (burjuva), tüccardan alan ve piyasaya satansa zengin kapitaller. Bu ne mi ? Üç kuruşluk köfteyi beş liraya yeme özetimiz. Bu normal mi. Aslında değil. Ne yapacağız, biz mi ekeceğiz? Millattan bilmem ne zaman önce yaşasaydık takas yapacaktık derdim. Ama milattan sonra bilmem kaç yılındayız. Hayal kurmakla meşgulüz çoğu zaman. Sizin de oldu mu sahi okyanusun kenarına ev yapma hayaliniz. Gerçi kimin olmaz ki. Her yüz kişiden beş yüz yirmi dokuzu, sahil kasabasında yaşamak istemezmiş gibi. Benimki de soru. /O yüzden film izleyelim. 
Genel ruh halimiz de bu bakın. Eylemimiz sigortalı bir maaş. Süslü dört duvar. Asla dağ bayır gezmeyen hallice bir araba. Yaşlılık. Emeklilik. Artık napalım. Ölelim.
Neyse okyanus diyordum.
Güzel bi film önereyim mi tam şuraya. "Esaretin Bedeli" 1994 yapımı. Drama. / Öyle. Her şey birbiriyle bağlantılı değil mi hem.
Hani William Golding’in Sineklerin Tanrı'sı kitabı var ya. Adaya düşen çocukların hikayesi.
Sahi bir adaya düşsek ne yapardık bunu ciddi ciddi düşündük mü hiç? Düşmek derken, en sevdiğin üç şeyi yanına almalı düşme değil. /var olma savaşı bahsettiğim.
Yeni bir düzen mi kurmak isterdik? Thomas More’un Utopia'sı cinsinden. Olan düzeni kabullenişçi bi çizgi mi izlerdik. Yoksa şuradan başalayıp topyekün hepsine söver miydik. Sövmekle kalmayıp kavga. Kavgayla kalmayıp, anarşizim.
Veya olamayacak, oldurulamayacak kadar distopik miyiz bu sıralar.
Gerçekten bulunduğumuz durumları değerlendirip ne zaman sorguladık en son. /yoksa G.Orwell’cı mıydık ezelden.
 
George Orwell'ı a geldim sonunda evet. Bağlantıyı kurduk zannediyorum.
Orwell'ı İlk 1984 kitabıyla tanıdım ben sonra iflah olmadım. Yıl 2016 falan işte. /Bence de herkes Orwell okumalı.
Kendisi iki dünya savaşının (I.Dünya savaşı, 1914-18 II.Dünya savaşı, 1939-45) ortasında sadece 47 yıl yaşamış, görebileceği tüm sistemleri görmüş, yazabileceği her şeyi yazmış çünkü, faydalanmak gerek.
Orwell'ı herkes anti-faşist, anti-komünist olarak tanımlamış. Öyle de bence. Fazlasıyla umutsuz. Zaten yaşadığı döneme bakacak olursak, dünya almış başını gidiyor. Gelecek olan kapitalizm ve eksikleri olan sosyalizm var elimizde. Orwell'da tüm bunlara karşı tepkili. Tam bir sistem karşıtı.
Kitapları da öyle. 



Benim en etkilendiğim kitabı şüphesiz 1984. Kitap 1949 yılında bitiriliyor ve basılıyor. Adı oradan değil yani.
Mutlaka okunmalısınız. Akarı kokarı yok tertemiz kitap.
Tarihi kronoloji açısından düşünürsek 1949 yılında, düşünülmesi yazılması ve okunması hiç mümkün olmayan bence epey alegorik, anti-ütopik, politik ve dahice kurgulanmış yarı bilim kurgu bir roman 1984. Bu çağımızda karşılık bulması çok yerinde.
Çünkü dediği şairin, "Namussuz bir çağ bu biliyorsun." (Cemal Süreya)
Kitabın II.Dünya savaşının tarihleriyle de (1939-45) uyumluluk göstermesi Orwell'ın ne kadar zeki bir adam olduğunu anlamanızı sağlayacaktır.
Kitap tüm okuduğumuz ütopyaları safdışı bırakacak cinsten. Aslında oluşturulmuş mükemmel bir komplonun içinde olduğunuzu okumanın acısını hissedeceksiniz. 
Hele de aslında hiç bir ideolojinin bir diğerinden daha iyi olmadığını idrak etmişseniz; insanların ne için öldüğünü ve ne şekilde köleleştirildiğini anlayacaksınız.
Evet birçoğumuzun envai çeşit ütopyaları var ama buna karşılık bir o kadar da anti-ütopya okuyoruz.
İlk sıraya 1984'ü koydum o yüzden.

..

İkinci sırada Papazın Kızı var;

Küçük bir kasabada yaşıyor romanın kahramanı Dorothy. Babası papaz ve cimri. Babasıyla yaşayan Dorothy'nin bir gün hafızası kayboluyor. Dolayısıyla kendisi de.

Tüm o yetiştirilme tarzı, tüm o dikteler, ahlak kuralları, yapılması gerekenler, üzerine düşen görevler, kimliği, statüsü, konumu hiç ama hiçbir şeyin önemi olmuyor bu süreçte.

Çünkü kim Dorothy?Toplumun üst kesiminden alınıp, bambaşka bir kesimine konulan karakter.Haliyle en vasat işlerle başlayıp, elinden ne iş gelirse yapmaya, karnını doyurmaya çalışıyor Dorothy, çünkü ölecek, çalışmayana ekmek yok.Tam olana adapte olacakken Dorothy, farkına varıyor.Onun aydınlanmasına sebep olan her şeyi zaman zaman bizler de yaşıyoruz. İnsanları, eğitimi, dini, sosyal sınıf farklılıklarını, ekonomik koşulları, yaşamları, dayatılanları bizler de sorguluyoruz. Fakat değiştirmek için ne yapıyoruz? Bi’şeyler yapmak mümkün mü? Yoksa bu hayat sadece seyretmek için mi?

..

Peki nereden çıktı bu Orwell sevdası?

Ben Orwell'ı ütopyaları okurken keşfettim. Diyeceksiniz ki nasıl. Bu adam distopya yazmıyor muydu ?

Ütopyaları çok severim ve tabi bazılarımız gibi mükemmel bi dünyanın hayalini kovaladım hep. Ama kapılar ütopyaların da zıttı olduğu sonucuna açıldı. Her şey gibi.

Okudukça hadi canım şu varken bu ütopya nasıl mümkün olsunlar kafanızda uçuşuyor ve haliyle bir yönünüz her ne kadar Pollayanna ekseninde de olsa oturuveriyorsunuz gerçekliğin kucağına. 

Ben de ilk distopyam olan 1984'le karşılaşıyorum. Daha sonrasında distopya temalı bi grup daha gömüyorum bağrıma. Çünkü kaotiklik kanımda var yakalamışken sömürmeliydim.




Sineklerin Tanrısı yorumu


Damızlık Kızın Öyküsü yorumu


Mülksüzler yorumu

Her biri ayrı ayrı distopya olan bu kitaplardan bazıları için ayrı yazı bile yazdım. Yerleri ben de başka çünkü distopyaların.

-yerleşkeye adapte olamamadır distopya. 

Hal böyle olunca tabi ütopik hadiseler yerini bastırılmış realistliğe ve sanırım artık o kutsal vahayı cennete bırakmak gerektiği düşüncesine bırakıyor. Bu dünya çünkü, kocaman bir çünkü.

Olsun diyorsunuz, gerçekleri görmek hüznü getirir, hüzünse varsıllık.

-

En sevdiklerimden başlayıp gittiğim sırada Burma Günleri var; 


Bu kitapta sömürgeci İngiliz toplumunun tutumu  çok net bir biçimde gözler önüne seriliyor.

Burma bugünkü "Myanmar". 1930'larda doğunun en zengin ülkesi iken şu an son sıralarda. İngiliz sömürüsü.

1930'lu yıllarda orada polislik yapan Orwell'ın kendi gözlemlerini hikaye halinde anlatması şeklinde özetleyebiliriz kitabın konusunu. Orwell bu acı deneyimden sonra, polisliği bırakıyor. Hayata küsüyor adam. Lanet olsun diyor. Bak öyle bir şey bu.

Kitapta sömürüyü, yok oluşu, ırkçılığı, yok sayılmayı görüyorsunuz çünkü. Hem de herkesin gözünden.

Aslında zaten dünyada onların olmadığı, ele geçirmeği, haritalar üzerinde paylaşmadığı toprak parçası var mı bilmiyorum. Bu sömürgeciler eminim Ay’ı, Mars’ı falan da bölüşmüşlerdir aralarında.

Ama sıkıldınız belki kahrolmadı çünkü ne emperyalizm ne kapitalizm.

--

Rehber taşı isimli bir yapı var belki duydunuz. 1980’de gizemli biri tarafından ABD’de yaptırılıyor.

Ve bu taşta sekiz dilde on madde var.

İlk maddesi;

-İnsan nüfusunu daima doğa ile uyumlu olarak beş yüz milyon’un altında tut.

Dünya nüfusunun yedi buçuk milyar olduğu günümüzde, otuz yıl öncesine ait bu gizemli taş anıtta kafamı karıştırmıyor değil.

Ne yani öldürecek misiniz geri kalanları.

Tamam genel olarak teknolojinin gelişmesiyle insan nüfusunun arttığı bir gerçek. Olması istenilenden fazlayız. Belki de rahat bir dünya yaşamı isteyen güruh vardır. Hani Mars'a gidecek olanlar, kendilerini elli yıl sonra uyanmak için donduranlar. Nüfus planlamaları yapıldı fakat farklı coğrafyalardaki insanlara nasıl müdahil olunabilir. İnsanlar çünkü mütemadiyen çoğalıyorlar. Farklı etnik kökenli, farklı renkli, farklı dinden, farklı dilleri olan bu insanları nasıl kontrol altına almalı.

-Tabiki öldürerek!

Biraz daha mı yumuşatsaydım.

-Para kazanarak ?

Silah ve uyuşturucu.

Uyuşturucu, bunu kabul edenler için. Sorgulamasınlar diye. Her türlü şeyi içine koyabilirsin. Kimi ne uyuşturuyorsa.

Silahlarsa senin benim için. Satıyorlar.

Bu sömürgeci tanrılar silah pazarlarken, insanlar birbirini öldürüyor. Ne hikmetse hepte orta doğu insanı oluyor bu insanlar. E haliyle nüfus azalıyor. Ülkeler karışıyor yeraltı kaynakları ne hikmetse, ABD’nin gayrısafi milli hasılası oluyor. Sonra dört-beş yıl sonra diniyor kavga.

Yeniden inşa başlıyor evet bina yapacaklar. Ama önce yıkmaları gerekti yaptılar sıra ikinci büyük döner sermayede, inşaat. Hadi buyrun Filistin. sonra Irak. Sonra Lübnan. Sonra Libya. Sonra Mısır. Sonra Suriye...

Sonra bilmem kim.

Biz ağlamaktan yorulduk,onlar sömürmekten asla.

..

Gelelim Hayvan Çiftliği'ne;

Hayvan Çiftliği hakkında zannediyorum çok şey duymuşsunuzdur.

Ama genel olarak her ne kadar Stalin önderliğindeki komünizm rejimine atıf olarak kabul edilse de bence tamamen siyasi sistemlerin tümüne karşı bi manifesto.

Fabl tekniğiyle anlatılmış; hayvanların kendilerine kötü davranan insanlara karşı ayaklanıp çiftliği ele geçirdiği ve şirinler köyü gibi sonsuza kadar mutlu yaşamadıkları bir kitap.

"Hepimiz eşitiz" sözünü kural bellemiş bu hayvanlar zamanla çıkarlar devreye girince bu kuralı, 

"Hepimiz eşitsiz ama bazılarımız daha eşit" şekilde değiştirmişlerdir. Zaten bu cümle yeterince şey ifade etmiyor mu?


Boğulmamak için kitabı ise;

kırk beş yaşında bir adamın çocukken yaşadığı o kırsal alana tekrar huzur aramaya gitmesinden bahsediyor. Yine Orwell'ın kitaplarının genel yapısı olan, bulunduğu dönemin sosyal ve siyasi durumlarının ışığında bi arayış. 

-bulamayış.

Arka kapakta bu kitap için, Hayvan Çiftliği ve 1984'ün izleri görünen bir kitap olduğundan bahşedilmiş. Evet kesinlikle o iki şaheserin geleceğini işaret etmiş.

-

Paris ve Londra'da beş parasız'dan bahsedeyim biraz da;

Orijinal adı. "down and out in paris and london"

Yani tam olarak bu çeviriye denk gelmese de içerik bakımından uygun düşmüş. 

Kitap, Orwell'ın önce Paris'te çoğunlukla işsiz, sefil, düşkün olup belirli bir dönem bulaşıkçılık yaptığı anılarıyla başlayıp Londra'da devam eden berduşluk deneyimlerini konu edinmiş.

Paris ve Londra hayaller şehri. Açlık sınırının en üstlerde olduğu ülkelere ait şehirler. Okurken inanamadım. Tamam yıl 1933. Ama onların "homeless" dediği insanlar hâlâ varlar ve hâlâ yokmuş gibi davranılıyorlar. 

Bence yazar güzel noktalara değinmiş. Otobiyografik bir romandı. Orwell'ın anıları. Ben zaten Orwell'ı anlamak üzerine bi çaba sarf ediyorum. Açıkçası beni doyurdu. Özellikle ezilen, berduş sokak insanı diye tabir edilen insanların topluma kazandırılması gerektiğini ekliyor notlarına. Ne kadar haklı gözlemlerinde. 

Ayrıca not: Bu notları yazabilmek için de onlarla, onlar gibi yaşaması da takdire şayandı.

-

Aspidistra ise çiçeksiz bir zambak türü.

Tam olarak bu bitki.


İngiltere gibi bir çok ulusta bulunan ve günümüzde bile hâlâ vuku bulan sınıf farklılıklarını konu edinmiş kitap.

Aspidistra ise orta sınıf diye tabir edilen kesimin üst sınıfa atlama çabaları için evinden eksik etmediği bitki olarak görülüyor. Yani bi nevi simgesel bişey.

Kitapta Gordon isimli karakterin orta sınıfa ait olmama, olamama, olmak istememe ve bu uğurda düzenli ve yüksek maaşlı bir işi reddetme, sefil yaşamayı tercih etme, paradan nefret etme, ama aynı zamanda onsuz hiç bişey yapılamayacağının farkında olup onu ilah olarak görme; uzaklaşmaya çalışıp kendini soyutlamakla bunu yapmayacağını anlaması arsında sıkışması üzerine girdiği psikolojik savaşını okuyoruz.

Bu zaman zaman herkesin yaptığı şey aslında. Karakter ne kadar itici ve soğuk gelse de zaman zaman hepimiz bu psikolojik savaşın içerisindeyiz. Bazen vazgeçiyor, bazen reddediyor bazense oyunu kuralına göre oynuyoruz. Hepimizin içinde bi Gordon var.


Wigan İskelesi Yolu için;

yapısı itibariyle ve içerik olarak, belgesel tadında; araştırma ve inceleme derlemesinden oluşan Orwell görüşleri diyebilirim. Orwell'ın yine diğer kitaplarında da olduğu gibi, anlatacağı mevzuyu bizzat yerinde gözlemlemesi hatta bizzat yaşaması söz konusu.

Kitabın ilk yarısında Orwell'ın maden ocaklarına gidip, 20.yüzyıl İngiltere'sinin ve hatta şu an bile hâlâ bir çok maden işçisinin ve ailelerinin yaşadığı zorlukları, sefillikleri, sıkıntıları; onların evlerine, yaşamlarına, işlerine uzun bi süre konuk olup aktarmasını görüyoruz. 

İkinci yarısınıysa aktarılan bu durumun çözüm, kabulleniş, kabullenemeyiş dengesi içinde yazarın, toplumsal düzenle ilgili, gerek sosyolojik gerek siyasal açıdan dile getirdiği fikirler bütünlüğü olarak değerlendirebiliriz.

Hep bunu yapıyor. Kahroluyorum bu yazarı, yazmak istediği şeyi dibine kadar yaşarken görünce. Yazmaya olan inancımı yitiriyorum oturduğum yerden.

Katalonya'ya Selam 'da aynı minvalde kitap: 

Katalon'lar, 1930'lu yıllarda Orwell' ın anlattığı o bağımsızlık mücadelesini bugün hala veriyor. İspanya rejimine karşı bir direniş içerisindeler. Bu kitapta da Orwell'ın faşist İspanya'ya karşı bu direnişçilerin yanında yer almasının notlarını görüyoruz. Dört ay boyunca Katalon'larla birlikte aynı cephede savaşmasını, savaşın etkilerini ve maalesef olumlu olmayan sonucunu yazar anıları şeklinde anlatmış.

Ne acı diyorsunuz. Halkları ezen faşistleri yine yeniden görmek...

 ..

1.) Paris ve Londra'da Beş Parasız (1933)

2.) Burma Günleri (1934)

3.) Papazın Kızı (1935)

4.) Aspidistra (1936)

5.) Wigan İskelesi Yolu (1937)

6.) Katalonya'ya Selam (1938)

7.) Hayvan Çiftliği (Bir Peri Masalı) (1945)

8.) Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1949)

9.)Boğulmamak İçin(1939)


..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

his soykırımı

yapamıyorsan yapamıyorsundur. dimağın çünkü ısrarsız/ ve diğer her şey gibi sonunu bilemediğin bir kaos içinde büsbütün avuçlarında parıldayan hengamenin götürdükleri ile yüksünük, savruk, süreğen bir çağrışım yılgın ve üstelik son sürat giderken bu yılgıyla, sızlıyor burnun, içindekilerle dolu kafan ağır, güne dönen yüzün sararık, tırnakların mor ve pek çok şeyi yitirdiğin o günün akşamı aidiyetin siliyor her şeyi /block/daha fazla block/ biliyorsun korkak olmanın sırası değil, akıyorken hayret direnç gösterebilmen huzursuz bağdaşıklığa beyhude neden çünkü his soykırımı adı e biraz nüktedan. 🎧 Wherever i may roam

Kendini de birlikte götürmüş 🎧

• "Sokrates'e birinin yolculuklarla hemen hemen hiç değişmediğini söylemişler. "Eminim ki, kendini de birlikte götürmüştür" diye yanıtlamış Sokrates."¹ Yoksa madem hepimize bu cihanda bir yer, olmayan o yerde buluşacağızdır gibi, nereye kadar gideceğiz ya da duracağız çünkü yo lun sonunda bir yerde mutlaka toplanacağızdır. Ama değil mi ki oraya da aidiyet hissedemeyiz oradan da gidesimiz gelir orayı da kalabalık yaptık çünkü, orası da bir yer'leşti, resmiyet kazandı. Olur bu. Hep oldu. Buna direnmeyelim elbirliği edelim tamam kabul ama cihansız olup bir yerde de buluşmayalım lütfen. Kendilerimizi geride bırakabilir miyiz? Bu böyle herkesin kendine ait müstakil cihansızlığı olarak devam etse olmaz mı? Tamam kendini cihansız hissedenler güruhu olarak varlığınızın saptanmış olmasına hayır hiç asla lafım yok fakat sayınızın artmasından bir miktar rahatsızlık duyuyor olmam cihansızlığımı benciliyorsa, rahatsızım, müstakil cihansız olayım istiyorum, cihansızlıkla...

Yol

Bir film sahnesi bazen düşündürüyor insanı. Olmak istediğimiz yerler var. Olması istenilenler sürüncemede. -yıllardır aynı bak. Pencerelerden dışarıları izliyorum hep. Yollar dağlar, ağaçlar var. Birileri yürüyor. Gün dönüyor. Yere bişey düşürüyor biri, arabasının farı yanmıyor diğerinin, geçen biri çöp kovasına çarptı, yitti sonra gün. Akşam oldu. Sokak lambaları yanıveriyor gün yitince. Kemikleri sızlıyor mezardakinin, ısınmıyor, aydınlamıyor hiçbir mezarlığın içi, soğuk bu aralar; karşı evin bacası tütüyor, güneş gelir birazdan, çok az ama işi başından aşkın.-yazgısına sarılmış uçuyor son kuş. .. Meşhur bir hikaye var onu bilirsiniz.-yol hikayesi.Yolculukta tanırmışsın insanı. İçe gidileni kastetmediler ondan şüphesiz, kanla, başla, ayakla yürülüneni diyorlar. Olsun yine de ne kadar tanıyabilirsin ki bir insanı, öyle hemen tanınılabiliniyor mu. -sen de herkes gibiymişsin- Başka olmak için uğraşılabilinirmiş gibi. Dönüp durup yaşıyoruz hepimiz. Dönüyor filmler, toparlanıp gidiyoruz, ...

tüm bu oluş

| Niye ve şimdi bunun sırası mı bilmem fakat bir yerden düşmek isteseydim bu muhtemelen evrenin kenarı olurdu. Niye düşmek isterdim bilmiyorum. Evrenin ama mevzuyla kendisini ilişkilendirmesi bi hayli zor. Bir kenarı Stephan Hawking'e göre bile yok. Artık son kanıya göre evren sınırsız ama sonlu. Bir gün yok olacak ama üzgünüm canım kendim bir kenarı yok. :') Başlangıcıysa biraz kaoslu şaibeli entrikalı türk dizileri gibi süzüm süzüm süzülüyor. Evren ve ona oturtmak istediğim muhtemel tanımlar konusunda kafam evet biraz karışık. Gaz ve toz bulutlarını tenzih ederiz ama kim bu gaz ve toz bulutları. Khaos'un oğulları?. O zaman adları Gasos ve Tosos olmaz mıydı. Gasos ve Tosos diye yedi bölümlük mini dizi yazmamı isteseydi Netflix. -istemedi. Konumuz bu değil. Belli ki esaslı bir gazdan ve hatırı sayılır bir tozdan bahsediyorlar. Biz de anıyoruz. Mitolojide geçmemesi ya da bizim bir şekilde de olsa mitolojide yaşamadığımız gerçeğiyle birlikte biraz geçenlerde James Webb'in...

Vincent Van Gogh

Bundan bir-iki hafta kadar önce öyle dururken, yine okunacak ve yapılacak tonlarca şey varken, Loving Vincent'i izledim. Loving Vincent, Afiş Loving Vincent (Vincent’ı Sevmek), 2017 yapımı bir drama. Bu biyografik dramayı Van Gogh üzerine yapılmış diğer filmlerden farklı kılan, filmin 65.000 karesinin her birinin 100 ressam tarafından kanvas üzerine yeniden çizilerek yapılmış, yağlı boya çizimlerinden oluşturulması. Loving Vincent, 2017 Filmde V. Van Gogh'un ölümünden sonrası işlenmiş.  Gerçekten ihtihar mı etti yoksa bu bir cinayet miydi, gibi sorular çerçevesinde ilerliyor film. Adeta Van Gogh'un resimlerinin hareketlendirilmiş hali. Muazzam bir emek. film hakkında   En son buna benzer The House diye bir dizi/film izlemiştim. O da stop-motion tekniğiyle keçeden yapılmış canlıları hareket ettirilerek çekilmişti. Bu işi bu resim karelerinin her birini yeniden çizerek yaptıklarını göz önünde bulundurarak, Loving Vincent filmindeki emeği biraz olsun gözünüzde canladırab...